5 Aralık 2014
Ukrayna Hükümeti ile ayrılıkçılar arasında 5 Eylül 2014 tarihinde Minsk’de imzalanmış olan ateş-kes anlaşmasına rağmen çatışma bitmiyor. O tarihten bu yana 1000 kadar asker/sivil çatışmalarda yaşamını yitirdi. Ukrayna makamları, karşı tarafın bu süre zarfında yaklaşık 3,500 ateş-kes ihlalinde bulunduğu iddiasında. Rusya’nın bölgeye silah ve mühimmat göndermeye devam ettiğine ilişkin açıklamalarını da sürdürüyor. Rusya bunları yalanlıyor. Karşılıklı iddia ve ithamlar arasındaki fark o denli büyük ki insan bunların hangisine inanacağına karar vermekte zorlanabilir. Şimdi de, Kiev ile “Luhanks Halk Cumhuriyeti” arasında bugün ( 5 Aralık) yürürlüğe girecek olan yeni bir ateş-kes anlaşmasına varıldığı yolunda haberler var.
Çatışmaların bölge insanları üzerindeki yıkıcı etkisi üzerinde ise hiçbir duraksama bulunmuyor. Burada yaşamakta olan 4,5 milyon Ukraynalının üçte birinin bölgeyi terk ettiği, bunların yarısının Rusya’ya, yarısının da Ukrayna’nın güvenli bölgelerine gittiği, bölgede yiyecek ve yakıt sıkıntısı çekildiği, yaşam koşullarının katlanması güç bir düzeye indiği bildiriliyor.
Ukrayna’daki iç siyaset gelişmeleri de iyimserlik ilham etmemekte. 26 Ekim seçimlerinden sonra yeni hükümetin kurulması bir aydan fazla zaman aldı. Cumhurbaşkanı Poroşenko ile Başbakan Yatsenyuk’un bir güç mücadelesi içinde olduklarına, bakanlıklar için zorlu pazarlıklar yapıldığına, siyasetin kirlilikten arındırılmasının daha fazla zaman gerektirdiğine ilişkin birçok haber ve yorum çıktı.
Cumhurbaşkanı Poroşenko, seçimden sonraki ilk toplantısını 27 Kasım’da düzenleyen yeni parlamentoda, ülkenin “bağlantısız” statüsünü belirleyen 2010 tarihli yasanın lağvedilmesini ve NATO üyeliği için çaba gösterilmesini istedi. Oysa, Ukrayna sorununa şu veya bu şekilde taraf olan herkesin özellikle şu aşamada en son duymak isteyeceği şey herhalde Ukrayna’nın NATO’ya üyelik müracaatıdır.
Ukrayna sorunu, Batı ile Rusya arasındaki ilişkileri germeye de devam ediyor. Pekin’deki APEC Liderler Toplantısında ve onu izleyen Brisbane G20 zirvesinde Cumhurbaşkanı Putin ile Batılı muhatapları arasında soğuk rüzgârlar esti. Rusya Cumhurbaşkanı oradan Moskova’ya 18 saatlik bir uçak yolculuğu olduğunu ileri sürerek liderleri son kez bir araya getiren kahvaltıya katılmadı.
Son günlerde, Batı-Rusya ilişkilerinde soğukluğun artmakta olduğuna ilişkin işaretlere yenileri ekleniyor.
Teyit edilmemekle birlikte bir Rus denizaltısının İsveç karasularını ihlal ettiğine dair haberleri, Rus uçaklarının Finlandiya hava sahasına girdiği, Rus askeri gemilerinin açık denizde Fin askeri gemilerini izlediği yolunda haberler izledi. Bu gelişme, tarihi nedenlerle Rusya’ya karşı duyarlılığın yüksek olduğu Finlandiya’da NATO üyeliği fikrini tekrar gündeme taşıdı.
Savunma Bakanı Shoygu, Rusya’nın uzun menzilli bombardıman uçaklarının, ülkesinin batı Atlantik ve doğu Pasifik’teki askeri mevcudiyetini sürdürmek amacıyla Meksika ve Karayiplere kadar uzanan tatbikat uçuşları gerçekleştirmeye başlayacağını açıkladı. ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü bölgede böyle bir mevcudiyeti gerektirecek bir durum olmadığını söyledi. Rus savaş gemileri uzun mesafeli konuşlanmalara başladı.
Rusya, 24 Kasım’da Abhazya ile bir “İttifak ve Stratejik Ortaklık Anlaşması” imzaladı. ABD Dışişleri Bakanlığı aynı gün bir açıklama yaparak Abhazya ve Güney Osetya’nın Gürcistan’ın ayrılmaz birer parçası olduğunu ve bu “sözde” anlaşmanın meşruiyeti bulunmadığını duyurdu.
Rusya, Ukrayna’ya silah göndermemesi konusunda ABD’ni uyardı. ABD ile 1991’den bu yana sürdüğü nükleer madde güvenliğine ilişkin işbirliği bağlamında, 2015’de yeni projelere başlanmayacağını, mevcutların belki devam edilebileceğini, üçüncü ülkelerdeki işbirliğinin ise süreceğini açıkladı. (Bu işbirliğinin amacı nükleer silah imalinde kullanılabilecek maddelerin yanlış ellere geçmesini önlemektir.)
Moldova’da düzenlenen son seçimde Batı yanlısı partilerin ön yanlısı partilerin önde olması, “ikinci bir Ukrayna ihtilâfı mı çıkacak?” sorusunun sorulmasına yol açmakta.
Ukrayna odaklı gelişmelerin ışığında, Cumhurbaşkanı Putin’in beyanlarına bakıldığında, kendisinin ısrarla Rusya’nın, ABD’nin eşiti bir güç olarak daha fazla saygı görmesi gerektiğini vurgulaması dikkat çekiyor.
Bunun bir “yakın geçmişi” var.
Başkan Obama 28 Mayıs 2014 tarihinde West Point Askeri Akademisinde yaptığı konuşmada, ABD’nin artık inişte olduğu yolundaki görüşlere karşılık vererek ülkesinin küresel lider olma özelliğine vurgu yaptı. “ABD’nin istisnai bir ülke olduğuna” (American exceptionalism) yürekten inandığını dile getirdi. Rusya’nın, Sovyetler Birliği ardılı ülkelere karşı saldırganlığının Avrupa’da huzuru kaçırdığını söyledi.
10 Eylül’de, bu defa IŞİD’le mücadeleye yaklaşımını açıklayan bir başka önemli konuşma yaptı. Bu konuşmasında da, Rusya’nın Ukrayna’daki saldırgan tutumuna değindi. ABD’nin dünyaya önderlik etme sorumluluğunun altını çizdi.
Cumhurbaşkanı Putin, 11 Eylül tarihli New York Times gazetesinde yayınlanan makalesinde, Rus-Amerikan ilişkilerinin değişik aşamalardan geçtiğine, iki ülkenin Soğuk Savaşta karşı cephelerde yer aldıklarına ancak bir zamanlar müttefik olduklarına, Nazileri birlikte yendiklerine değindi. Daha sonra, Suriye sorununa temasla, uluslararası hukukun BM Güvenlik Konseyince onaylanmamış askeri harekâta izin vermediğini, oysa ABD’nin başka ülkelere askeri müdahaleyi bir alışkanlık haline getirdiğini, bunun yanlış olduğunu dile getirdi. Yazısının sonunda da, Obama ile kişisel ilişkisinin artan bir güven yansıttığına, ancak kendisinin “ABD’nin istisnai bir ülke olduğu” görüşüne katılmadığına, bunu tehlikeli bulduğuna, ülkelerin büyük veya küçük, zengin veya fakir, uzun demokrasi geleneğine sahip veya bu yolda ilerlemekte olabileceklerine, farklı tutumlar izleyebileceklerine ama Tanrı’nın hepsini eşit yarattığına vurgu yaptı.
Putin 19 Kasım’da, yeni Amerikan Büyükelçisinin güven mektubu takdimi sırasında da şunları söyledi: “Amerikalı ortaklarımızla birçok alanda, karşılıklı çıkarlara saygı, eşitlik ve içişlerine karışmama ilkelerine saygı temelinde somut işbirliğine hazırız. Bizim görüşümüze nazaran, Rusya ve ABD uluslararası güvenlik ve istikrarın korunmasında, küresel tehditlerle mücadelede özel sorumluluğa sahiptirler.”
ABD’nin özellikle büyük Orta Doğu’daki tehditlerin çevrelenmesinde, sorunların çözümünde Rusya’nın işbirliğine ihtiyaç duymadığını söylemek olanaklı değil. Hatta, ABD’nin Rusya’ya olan ihtiyacının, en az Rusya’nın ABD’ne olan ihtiyacı düzeyinde olduğunu düşünmek de mümkün. Putin’in “içişlerine karışmama” ilkesine vurguları ise sadece Afganistan’a, Irak’a Amerikan müdahalelerini Suriye’deki hava harekâtını değil, bunların ötesinde ABD ile AB’nin Rusya’daki ayrılıkçı hareketlere, “renk devrimlerine” sivil toplum kuruluşları aracılığıyla verdiğini düşündüğü teşvik ve desteği de kapsıyor. Nitekim, dün Federal Meclis’e hitaben yaptığı yıllık konuşmasında da bu yönde ifadeler var. Ukrayna sorunu nedeniyle Rus milliyetçiliğindeki yükselişte ve Putin’in artan kamuoyu desteğinde, bu kuşkular yanında Amerika başta olmak üzere Batı’nın kendisi göndermeye çalıştığına ilişkin haber ve yorumlar önemli rol oynuyor.
Petrol fiyatlarındaki düşüşün ve Rus ekonomisindeki sıkıntılarının ilişkilerde yeni sorunlara yol açıp açmayacağını izlemek de ihtiyatlılık gereğidir.
Özetle, ortada bir küresel konum anlaşmazlığı veya rekabeti var. ABD, evrensel düzen ve değerlerin koruyucusu lider ülke olduğu iddiasını sürdürürken, Rusya ne bu görüşü paylaşıyor ne de Batı tarafından konulmak istediği yerden memnun…
Türkiye’ye gelecek olursak, Rusya Cumhurbaşkanı Putin 1 Kasım günü Ankara’da idi. Ziyaret vesilesiyle önemli anlaşmalara imza atıldı.
Bundan bir gün sonra, NATO-Ukrayna Komisyonu, Brüksel’de Dışişleri Bakanları düzeyinde toplandı. Rusya’yı kuvvetli ifadelerle kınayan ve tutum değiştirmeye çağıran bir bildiri yayınladı.
Bu durumun, Brüksel toplantısına katılan Dışişleri Bakanımıza bazı sorular yöneltilmesine yol açtığını düşünmek mümkün. Nitekim, Almanya’daki koalisyon ortağı Hristiyan Sosyal Birlik Partisi (CSU) Dış Politika Sözcüsü Florian Hahn’ın eleştirileri basınımıza yansıdı.
Bu tür sorulara verilen yanıt herhalde şu olmuştur:
“Türkiye coğrafi konumu nedeniyle ambargolardan yeterince zarar görmüş bir ülkedir. Dolayısıyla yeni bedeller ödemesi beklenemez. Üstelik gündemimizde maliyeti çok yüksek bir sığınmacı sorunu var ve Batı’dan destek görmüyoruz… Türkiye, Rusya ile ekonomik işbirliğini sürdürecek ancak Ukrayna ile dayanışmasını farklı biçimlerde göstermekten geri kalmayacaktır…
Bu yanıtın ilk bölümü ile mutabık olmakla birlikte, sığınmacı sorunu için davetiye çıkardığımızı, dolayısıyla sonradan yakınmaya başlamış olmamızın beklediğimiz sonucu vermeyeceği kanısındayım.
Ancak bütün bunlar, son dönemde Batı’ya yönelik eleştirilerimizin gösterdiği tırmanma ile bir araya konulduğunda, çoğu AB üyesi olan Batılı müttefiklerimiz, Türkiye-NATO ilişkilerinin de giderek Türkiye-AB ilişkilerindekine benzer bir çözülme sürecine girebileceğini, bizim bunu göze aldığımızı ve pek de umursamadığımızı düşünebilirler.
Böyle bir izlenimin yerleşmesi bir yana, doğması dahi Türkiye’nin geleceği bakımından son derece olumsuz, tehlikeli ve on yılların yaşamsal önemdeki kazanımları bakımından tahrip edici olur.