İsrail-Filistin “Barış Sürecini” Canlandırma Çabaları

29 Kasım 2014

Elli gün süren Gazze çatışmasından sonra “barış sürecinin bir aşamada” canlandırılması bekleniyordu. Henüz bu yönde somut bir adım atılabilmiş değil. Ama bu yönde bazı niyet beyanları var. Öte yandan birçok olumsuzluk yaşanmakta.
Son haftalara damgasını vuran gelişmelerin başında, aralarında İsrailli milletvekillerinin de bulunduğu 35 kişilik bir grubun 5 Kasım’da zorla Harem-i Şerif’e girmesi ile başlayan ve tırmanan olaylar geliyor. Bu gelişmeler Müslüman ülkelerden şiddetli tepki aldı. Filistin Cumhurbaşkanı Mahmud Abbas olayı “savaş ilanı” olarak nitelendirdi. Batı yakasında, Gazze’de protesto gösterileri düzenlendi. İsrail vatandaşı Araplar da benzer eylemlerde bulundular.
18 Kasım’da ise Har Nof’daki bir sinagoga baskın düzenleyen iki Filistinli, burada ibadet etmekte olan dört hahamı ve bir polisi öldürdü. Bu terör eylemi de büyük tepki yarattı.
İsrail Başbakanı Netanyahu İsrail vatandaşlarına yönelik saldırılardan sürekli Mahmud Abbas’ı sorumlu tutuyor ve onun nefret söyleminin bu eylemleri teşvik ettiğini vurguluyor. Nitekim Har Nof terör eyleminden sonra da aynı şeyi yaptı. Ancak Shin Bet (İsrail Güvenlik Ajansı) Başkanı Yarom Cohen, Başbakanının ısrarla sürdürdüğü bu söylemi adeta tekzip etti. Knesset’in Dışişleri ve Savunma Komitesi önünde, Mahmud Abbas’ın, beyanlarının bazılarınca öyle anlaşılmış olabileceğini, ancak adıgeçenin terörü teşvik etmediğini, bunu “masanın altından da yapmadığını” dile getirdi. İlginç bir iç siyaset gelişmesi…
Başbakan Netanyahu’nun mevcut tablo nedeniyle artmakta olan uluslararası memnuniyetsizliğe aldırmaz tutumu, Doğu Kudüs’te 1000 konutluk yeni bir yerleşim projesine daha izin vermesi, son olarak da İsrail’i Yahudilerin devleti olarak tanımlayan bir yasayı Knesset’e sevk etmek istemesi, İsrail’in giderek genişleyen bir cephede eleştirilmesine neden oluyor. Yasa teklifine İsrail içinde de karşı çıkanlar var çünkü İsrail nüfusunun % 20’si Müslüman ve Hristiyanlardan oluşmakta. Tasarının yasalaşması onların durumunu tartışmalı hale getirecek. Nitekim, İsrail-Filistin barış sürecinin tıkanmasının birçok nedeninden biri de İsrail tarafının bunun Filistinlilerce kabulünde ısrarcı olmasıydı.
İsrail Cumhurbaşkanı Rivlin, 25 Kasım’da yaptığı konuşmada, yasayı eleştirenlere katıldı. İsrail’in biri Yahudilik diğeri demokrasi olmak üzere iki temel değer üzerine bina edildiğini, bunlar arasında bir önceliğin söz konusu olamayacağını, birinin yıkılmasının tüm yapıyı çökerteceğini belirtti ve tasarının yasalaşması durumunda, bunun referanduma sunulmasını istedi.
İsrail-Filistin cephesindeki çatışma ortamının, çok sınırlı da olsa İsrail’e karşı ekonomik yaptırım söylentilerinin, özellikle yukarıda değindiğim yasa teklifinin İsrail iç siyasetindeki sıkıntıları keskinleştirdiği, koalisyonu zora soktuğu görülüyor. Sürekli erken seçim spekülasyonu yapılıyor.
Hatırlanacağı üzere İngiltere Avam Kamarası, “… Hükümetin, iki devletli çözüme ulaşılmasına katkı olarak, İsrail devleti yanında Filistin devletini de tanıması gerektiği inancını” dile getiren bir kararı, 13 Ekim 2014 tarihinde 274’e karşı 12 oyla kabul etmişti. Bunu İrlanda Senatosunun ve İspanyol Temsilciler Meclisinin benzer kararları izledi. Fransa Ulusal Meclisi de, 28 Kasım’da, Hükümet açısından bağlayıcı niteliği olmayan benzer bir karar tasarısını görüştü. Oylama önümüzdeki Salı günü . Avrupa Parlamentosu da böyle bir tasarıyı görüşmeyi Aralık ayı ortasına erteledi. Danimarka’nın da Ocak ayı ortalarında aynı yola gitmesi bekleniyor.
AB Dış Politika Yüksek Temsicisi Federica Mogherini Kasım ayı başında bölgeye yaptığı ziyaret sırasında Filistin Devleti için kırk yıl daha beklenemeyeceğini, iki devletli vizyonun hızla yaşama geçirilmesi ve Kudüs’ün de hem İsrail’in hem de Filistin’in başkenti olması gerektiğini vurguladı.
İsveç ise 28 Ekim’de Filistin’i resmen tanıdı. Bazı yabancı basın organlarında bu gelişme bir ilk olarak tanıtılıyor. Bu bir bakıma doğru ama eksik çünkü İsveç AB’ne katıldıktan sonra Filistin’i tanıyan ilk üye olmakla birlikte bunu, geçmişte AB üyeliğinden önce yapmış olanlar da var (Kıbrıs Rum Kesimi, Malta, Slovakya, Macaristan, Romanya, Bulgaristan, Polonya).
Türkiye, bilindiği üzere, 15 Kasım 1988 tarihinde sürgünde ilan edilen Filistin Devletini ilk tanıyan ülkeler arasında bulunmaktadır.
İsrail-Filistin barış sürecinin canlandırılması için herkes Vaşington’a bakıyor. Oysa, gerek yoğun uluslararası gündem gerekse son seçim yenilgisinin ağırlaştırdığı iç siyaset sorunları Vaşington’un buna yeterince zaman ayrılmasını engelliyor. Diğer yandan, ABD ile İsrail arasında zaman zaman üst düzeyleri de içine çeken söz düelloları, bunlara ilişkin açıklamalar ise iki ülke arasındaki ilişkileri sürekli geriyor.
Kahire’de öngörülen İsrail-Filistin “kalıcı ateş-kes” görüşmeleri de Sina’da gerçekleştirilen bir terör eylemi sonucu 30 Mısırlı askerin yaşamını yitirmesi nedeniyle ertelenmiş bulunuyor.
Son birkaç günün dikkat çeken gelişmesi 28 Kasım Perşembe günü Fransa Ulusal Meclisinde cereyan eden müzakereler sırasında Dışişleri Bakanı Laurent Fabius’un yaptığı konuşma. Bakan konuşmasında, Filistin meselesinin on yıllardır olduğu gibi sürüncemede kalmasının artık kabul edilemeyeceğini, BM Güvenlik Konseyi’ndeki ortaklarıyla birlikte İsrail-Filistin görüşmelerinin başlatılmasını ve iki yıl içerisinde tamamlanmasın öngören bir karar tasarısı üzerinde çalışmakta olduklarını, Fransa’nın süreci hareketlendirmek amacıyla düzenlenecek bir uluslararası konferansa öncülük ve ev sahipliği yapmayı arzu ettiğini, bu girişime AB’nin, Arap Ligi’nin, Güvenlik Konseyi’nin daimi üyelerinin katılabileceklerini düşündüğünü dile getirdi. Fabius, ülkesinin Filistin’in tanınması bağlamındaki tutumunu açıklarken, bunu hep bir nihai çözüm çerçevesinde yapmayı öngördüklerini, zira sanal değil gerçek bir Filistin görmek istediklerini, ancak değindiği çerçevede bu noktaya gelinemezse Fransa’nın Filistin’i tanıyacağını da belirtti.
Fransa’nın bu girişimi, ABD ve İsrail arasında son dönemde yaşanan sıkıntı nedeniyle Paris ile Vaşington arasında sağlanmış bir ortak anlayışı, sorumluluk paylaşımını yansıtıyor olabilir. Almanya’nın Ukrayna konusunda üstlendiği rolün benzerini İsrail-Filistin sürecinde, hiç değilse bir süreliğine, Fransa üstleniyor olabilir.
Barış süreci herhalde bir aşamada ve muhtemelen 2002 tarihli Arap Barış Planı temelinde canlandırılacak. Güvenlik Konseyi bünyesindeki çalışmalarda da Filistin tarafının beklentileriyle İsrail’in çekinceleri arasında bir denge kurulmasına çalışılacak. Önemli olan bütün bunların sonuç almaya yönelik olması. İsrail’in müzakere masasına sorunu kalıcı biçimde çözmek iradesiyle oturması.
Barış beklentisini en çarpıcı biçimde dile getirenlerden biri de İsrail’in önceki Cumhurbaşkanı Şimon Peres. Kendisi, Başbakan Yitzak Rabin’in 4 Kasım 1994’de bir suikast sonucu hayatını kaybetmesi münasebetiyle düzenlenen anma töreninde özetle şunları söylemiş:
“Barış sözcüğünü itibarsızlaştıran, barışa destek verenleri ‘hayalci’ olarak tanımlayanlar var. Açıkça söylüyorum: Asıl barışa kapıyı kapatanlar hayalcidir. ‘İhtilafın yönetilmesini’ barışa tercih edenler var. Geçtiğimiz yaz Gazze’de olanlara ve son dönemde Kudüs’te yaşananlara bakın. Bu mu ihtilafın yönetilmesi? İsrail’in barış girişimi nerede? Ürdün ve Mısır’la barış anlaşmaları soğuk bir barışın sıcak bir savaştan daha iyi olduğunu bize öğretmiştir. İsrail statükonun devamı için çalışır ve barışı kovalamaktan vazgeçerse, geleceğini feda etmiş olur.”

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s