31 Ağustos 2014
Ukrayna sorununa ilişkin yazılarımda sürekli “hayatın gerçeklerine” değinmekle birlikte, 24 Ağustos tarihli ve “Ukrayna: Rusya’nın İnsani Yardım Konvoyu ve Ötesi” başlıklı sonuncusunu nispeten daha iyimser bir tonda bitirmeye çalışmıştım. Zira, Cumhurbaşkanları Putin ile Poroşenko’nun 26 Ağustos’da Minsk’de, Gümrük Birliği’nin ( 1 Ocak 2015’den itibaren “Avrasya Ekonomik Birliği” adını alacak) AB Dış ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Catherine Ashton’un da katılımıyla düzenlenecek toplantısı vesilesiyle bir görüşme yapacakları biliniyordu. Alman diplomasisi yoğun bir gayret içerisinde görünüyordu. Nitekim bu görüşme yapıldı ama sonrasında işler kötüye gidişini sürdürdü. Bu görüşmenin ayrıntıları da basına çok fazla yansımadı. Benim izlenimim Poroşenko’nun sözünü esirgemediği, bunun da muhatabını mutlu etmediğidir.
Toplantı öncesinde katılımcıların televizyonlara yansıyan karşılaşmaları da ilginçti. Herkes ortada bir noktada buluştu. Poroşenko önce Catherine Ashton’un elini, sonra da kendisine tebessüm ederek yaklaşan Putin’in elini sıktı. Duruşu soğuktu. Birkaç ay önce ülkenizin topraklarından bir kısmını elinizden almış biriyle el sıkışmak dahi kolay olmamalı.
Putin’in toplantıda yaptığı ve Kremlin tarafından yayınlanan konuşmasının dikkat çekici cümleleri şunlardı:
“Rusya, her ulusun kendi siyasi yaşamını düzenleme, ekonomik ve askeri örgütlere katılma hakkına daima saygı göstermiştir ve göstermeye devam edecektir. Ancak bunun faturasını başkaları ve biz ödememeliyiz… Ukrayna, ekonomik açıdan Bağımsız Devletler Topluluğu’na (BDT) derin biçimde entegre olmuştur. Rusya, Belarus ve Kazakistan’la birlikte dünyanın bu en büyük ekonomik yapısının ayrılmaz parçasıdır… Ülkelerimiz bütün temel sanayi dallarında, yakıt ve enerji sektörlerinde yakın ilişkilere sahiptir… Gümrük Birliği üyesi ülkeler Ukrayna’nın kilit ticari ortaklarıdır… Ukrayna ihracatının % 30’u Gümrük Birliği ülkelerine, bunun da büyük kısmı Rusya’ya gitmektedir… 2011’de BDT bünyesinde bir serbest ticaret bölgesi kurduk ve Ukrayna burada çok aktif bir rol üstlendi; anlaşmanın imzası için ısrarcı oldu. Şimdi de hizmet sektörüne, devlet alımlarına ve boru hatlarına ilişkin serbest ticaret anlaşma taslakları üzerinde çalışmaktayız. Ukrayna’nın AB ile imzaladığı Ortaklık Anlaşması uygulanmaya başlarsa bunların ne olacağı sorusu ortaya gelecek… Ukrayna’nın, AB’nin gümrük indirimlerini kabul etmesi, teknik, sağlık ve veteriner normlarını benimsemesi, Avrasya’daki ticaret dinamiklerini ve yatırım işbirliğini olumsuz biçimde etkileyecektir… Ukrayna pazarını bizlerin ürünlerine kapatacaktır… Bunun Ukrayna’ya maliyeti de milyarlarca Euro’yu bulacaktır… AB zaten Ukrayna piyasasında kendine bir yer tutmuş ve herkesi oradan dışlamak peşinde… Böyle bir durumda AB mallarının Ukrayna ürünü imiş gibi Gümrük Birliği ülkelerine reeksportu da sorun olacak… Bugüne kadar kimse bu konuları bizimle konuşmadı… Bir aşamada bize, bunların bizi ilgilendirmediği söylendi… Başkalarının da bizim Çin veya Kanada ile ilişkilerimizi tartışmadığı belirtildi. Ama şunu unutmayın: Çin ve Kanada’nın uzakta olmalarına karşın Rusya ile Ukrayna arasındaki ekonomik ilişkiler bundan tamamen farklıdır… Bütün bunları tartışmamız gerekiyor… En muhafazakar tahminlere göre Rusya’nın bu gelişmeden ilk aşamadaki kaybı 3 milyar dolar olacaktır. Belarus ve Kazakistan da bundan zarar görecektir. Buna seyirci kalamayız. Biz de pazarımızı korumak için karşı önlemler alacağız. Ukrayna ihracatına uyguladığımız tercih kolaylıklarını kaldıracağız. Bu yola giderken kimseye karşı ayırımcılık da yapmayacağız. Ukrayna’ya normal bir ticaret rejimi, yani AB ile Rusya arasında ne geçerli ise onu uygulayacağız. Bizden istenecek sağlık standartlarını yürürlüğe sokacağız. Malların menşeine dikkat edeceğiz. Çünkü biraz önce değindiğim üzere, AB mallarının Ukrayna üzerinden gelişi bizim için ciddi bir tehdittir. Sayın Poroşenko bu konudaki düşüncelerini konuşmasında dile getirebilir. Kendisinin söylediklerimle mutabık olmadığını görüyorum… Gümrük Birliği varken bile Rusya’ya girişi yasaklı AB malları Rusya’ya Belarus üzerinden giriyor. Etikette Belarus diyor, altından Polonya çıkıyor… Bugün bu konuları olumlu biçimde tartışmalıyız. Biz, AB ile Gümrük Birliği arasında daha yakın bir işbirliği ve iki entegrasyon sürecinin birleştirilmesini arzu ediyoruz. Toplantımızın tüm katılımcılarının Lizbon’dan Vladivostok’a uzanan bir ortak ekonomik alan yaratılması stratejik hedefini destekleyeceklerini ümit ediyoruz. Karşılıklı çıkarlara dayalı her senaryoyu görüşmeye hazırız. Ukrayna’da ortaya çıkmış bulunan kritik durum üzerinde de, ki bunun daha fazla kuvvet kullanarak, ülkenin güneydoğu bölgelerinin yaşamsal çıkarlarını dikkate almaksızın, bölge temsilcileri ile barışçı bir diyaloga girişilmeksizin çözümlenemeyeceği kanısındayım, görüş alışverişinde bulunmaya hazırız.”
Ukrayna’da bunalımı hiç yaşanmamış ve Rusya-Ukrayna ilişkileri olağan bir seyir izliyor olsaydı, Putin’in konuşmasında değindiği ekonomik sorunların ele alınması için meşru bir zeminin bulunduğu, Ukrayna’nın Gümrük Birliğinden kaynaklanan mükellefiyetleri ile AB müktesebatının benimseyerek üstleneceği yükümlülükler arasındaki uyumsuzlukların makul biçimde ve zamana yayılarak çözümlenmesi gerekeceği düşünülebilirdi. Ukrayna’nın bir başka oluşuma yönelmesinden duyulan hayal kırıklığının seslendirilmesi de anlayışla karşılanabilirdi. Oysa Cumhurbaşkanı Putin’in konuşmasında öne çıkan unsurlarla Ukrayna’daki tırmanma ile bir araya konulduğunda aynı sonuca varmak neredeyse olanaksız. Buna rağmen, Catherine Ashton ve Poroşenko bu tür sorunlar için çözüm, hiç değilse yöntem önermiş olmalılar..
Putin ile Poroşenko arasındaki iki saatlik Minsk görüşmesi sonuçsuz kalırken Ukrayna topraklarına giren Rus askerlerini tutukladı. Rusya bunların sınırı yanlışlıkla geçtiğini söyledi. Sözde “Donetsk Cumhuriyeti”nin Cumhurbaşkanı, 3-4,000 kadar Rus’un saflarında çarpıştığını, bunların önemli bir bölümünün tatilini kullanan Rus askeri personeli olduğunu açıkladı.
Bunlardan daha önemlisi, Rusya yanlısı ayrılıkçılar güneydoğuda yeni bir cephe açtılar. Novoazovsk kasabasını ele geçirerek Ukrayna’nın Azak Denizi kıyısındaki Mariupol kentine yöneldiler.
Minsk toplantısından sadece iki gün sonra, 28 Ağustos 2014 tarihinde NATO, Rus kundağı motorlu topçu birliklerinin Ağustos ayı sonlarında Ukrayna topraklarında seyrettiğine, sonra da yine Ukrayna toprakları içerindeki Krasnodon bölgesinde mevzilendiğine ilişkin uydu fotoğraflarını basınla paylaştı.
Belçika’nın Mons kentindeki NATO Karargahında yapılan sözlü açıklamada şunlar dile getirildi:
“Son iki hafta zarfında Rusya’nın Ukrayna’ya askeri müdahalesinin hem düzeyinde hem de niteliğinde kayda değer bir tırmanma gözlemledik. Bu uydu fotoğrafları, ağır silahlarla donatılmış Rus muharip birliklerinin Ukrayna içerisinde bulunduğunun ilave kanıtıdır. Hava savunma sistemleri, toplar, tanklar ve zırhlı personel taşıyıcılar da dahil olmak üzere önemli miktarda ileri silah sistemlerinin doğu Ukrayna’daki ayrılıkçılara ulaştırıldığını da tespit etmiş bulunuyoruz…”
Güvenlik Konseyi’in aynı günkü toplantısında, ABD’nin Birleşmiş Milletler nezdindeki Büyükelçisi Samantha Power, Rusya’nın Ukrayna sorununa ilişkin tutumu hakkında şunları söyledi:
“… Rusya Güvenlik Konseyi’ne gerçekten başka her şeyi söylemiştir. Tahrif etmiştir. Karartmıştır. Düpedüz yalan söylemiştir. Biz de böylece Rusya’yı ne söylediğine değil ne yaptığına bakarak tartmak gerektiğini öğrendik.”
Ülkeler, örgütler, zaman zaman gelişmeleri kendilerine göre yorumlayabilirler. Çıkarlarını kollayan söylemlerle takdim edebilirler. Hatta biraz çarpıtabilirler. Ancak NATO gibi sağlam bir kurumsal yapıya sahip bir savunma ittifakı, yüzde yüz emin olmadıkça bu tür bilgileri basınla paylaşmaz. Somut verileri çarpıtmaz. Olsa olsa, Minsk toplantısı dikkate alan, gerilimi kontrole yönelik bir zamanlama yapmış olabilir.
Aslında bu açıklamalar, ileri teknolojinin bugünün dünyasına sunduğu gelişmenin bir ürünüdür. Olanakların varsa başkalarını izleyebilecek, dinleyebileceksin ama başkalarının benzer, hatta daha ileri yeteneklere sahip olabileceğini unutmayacaksın. Riskli işlere kalkışıp suçüstü yakalanmayacaksın.
Büyükelçi Power’ın Güvenlik Konseyinde kullandığı ifadeler ise gerçekten ağırdır. Ben bu tür bir tartışmaya tanık olduğumu hatırlamıyorum. Bu tür ifadeleri belki savaşan iki ülkenin temsilcileri kullanabilirler. ABD’nin, BM’deki Büyükelçisinin ağzından Rusya’yı böyle bir söylemle itham etmesi, Ukrayna krizinin tırmanmaya ve ABD-Rusya ilişkilerini zehirlemeye devam ettiğinin göstergesidir.
Aynı gün, yani 28 Ağustos’ta, Başkan Obama da düzenlediği basın toplantısında, bu tür ifadeler kullanmamakla birlikte Rusya’nın Ukrayna’nın egemenliğini ve toprak bütünlüğünü bilinçli biçimde ihlal etmeyi sürdürdüğünü, Rusya’nın tecrit edilmekte olduğunu, yaptırımların Rus ekonomisini olumsuz yönde etkilediğini, bunlar yeterli olmadığı için yeni önlemlerin gündeme geleceğini dile getirdi. Bir soruya yanıt olarak da, Rusya’ya karşı askeri önlemlerin gündemde olmadığını, sorunun askeri yöntemlerle çözümlenemeyeceğini belirtti.
29 Ağustos’ta Cumhurbaşkanı Putin, “milislerin” bölge halkına yönelik ciddi bir tehdit oluşturan Ukrayna askeri harekatını durdurarak büyük başarı sağladığını, bu çerçevede bir kısım Ukrayna askerlerinin milisler tarafından kuşatıldığını, kendisinin can kaybının önlenmesi amacıyla bu askerlere bölgeden güvenli çıkış imkanı verilmesi için milislere çağrıda bulunduğunu, Rusya’nın bölgeye insani yardıma devama hazır olduğunu belirtti. Ukrayna makamlarını askeri operasyonlara son vermeye, ateş-kes ilan etmeye ve bölge halkının temsilcileriyle masaya oturarak birikmiş sorunları barışçı yollardan çözümlemeye davet etti. Bu açıklama Batı’da tepki yarattı.
Yine 29 Ağustos’ta NATO-Ukrayna Komisyonu Brüksel’de toplandı. Toplantı sonrasında Genel Sekreter Rusya’yı kuvvetle eleştiren bir açıklama yaptı.
30 Ağustos’ta toplanan AB zirvesi sonuç belgesinde, Cumhurbaşkanı Poroşenko’nun barış planının gecikmeksizin yaşama geçirilmesi çağrısında bulunuldu. Bunun için gerekli ilk adımın, karşılıklı mutabakata dayalı bir ateş-kes, Ukrayna’nın sınırlarını kontrol yetkisinin ihyası ve Rusya’dan Ukrayna’ya silah, mühimmat ve askeri personel sevkinin durdurulması olduğu vurgulandı. MH17’nin enkazının dağıldığı alana güvenli geçişlerin ateş-kesin bir parçası olması gerektiği belirtildi. Komisyon’dan da bir hafta içinde Rusya’ya karşı uygulanacak yeni yaptırımların hazırlaması istendi. Liderler de, dikkatli bir dille de olsa, Rusya’nın tutumunda ısrar etmesi veya gerilimi arttırması durumunda bunların yürürlüğe konulabileceği mesajını verdiler.
31 Ağustos’ta Cumhurbaşkanı Putin Rus televizyonuna yaptığı açıklamada AB’nin yeni yaptırım tehdidini “Kiev’deki darbeye destek” olarak yorumladı. Batı’nın Rusya’nın gelişmelere tepkisini öngörmüş olması gerektiğini kaydetti. Putin doğu Ukrayna’ya “statehood” verilmesi için derhal müzakerelere başlanması gerektiğini de vurguladı. Kışın yaklaşmakta olduğunu, doğalgaz altyapısında gerekli bakım ve onarım çalışmalarının başlaması gerektiğine değinmeyi de ihmal etmedi. Bunu, üstü kapalı bir tehdit olarak yorumlayanlar var. Putin’in kullandığı “statehood” kelimesinin karşılığıı “devlet olmak” ya da “bir devletin eyaleti olmak”. Esas sorun da Putin’in bunlardan hangisini kastettiği, ya da ikisi arasında bir siyasi düzenlemeyi öngörüp öngörmediği…
Ülkede siyasi ve askeri gerilim sürerken, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği de Ukrayna’da can kaybının hızla arttığını, 16 Temmuz-17 Ağustos dönemindeki kayıpların 1200, yaralı sayısının ise 3250 olduğunu açıkladı. Nisan ayından bu yana hayatını kaybedenler ise 2600’ü aşmış durumda. MH17 Sefer sayılı Malezya uçağının füze ile vurulması sonucu yaşamını yitiren on bir ülkeden 298 kişi ise bunların dışında. Evet, herkesin “süratle, eksiksiz bir incelemeyle aydınlığa kavuşturulmasını istediği” bu trajik olay son günlerde daha az gündeme geliyor. Talihsiz Malezya Hava Yolları ise beka mücadelesinde…
Bütün bu temaslar, karşılıklı tehditler sürüp giderken en fazla öne çıkan, Rusya destekli ayrılıkçıların Azak Denizi kıyısındaki Mariupol kentine yöneldiği izlenimini veren harekatı. Burada yeni bir cephe açılmış olmasını şu üç nedene bağlayanlar var:
Birincisi, Ukrayna’ya Rus yörüngesinden çıkamayacağı mesajını vermek.
İkincisi, Ukrayna kuvvetlerinin Donetsk ve Luhanks çevresinde yoğunlaşan baskısını kırmak.
Üçüncüsü ve en kritik olanı da, Azak Denizi kıyısından Kırım’a uzanan bir koridor açmak.
Bunlardan ilk ikisi yeterince açık. Sonuncusuna gelince, doğrusunu söylemek gerekirse, Rusya’nın Kırım’ı ilhakı sonrasında haritaya baktığımda bu benim de hatırıma gelmiş ancak böyle bir tırmanmaya şans tanımamıştım. Şimdi daha ihtiyatlı olmak gerektiğini düşünüyorum.
Nisan 2014 ayında bloğuma koyduğum “Ukrayna Krizi – 4” başlıklı yazımda kimilerinin Rusya’nın amacının Ukrayna’nın “vasallaştırılması” olduğunu düşündüğüne değinmiştim.
Görünen o ki Cumhurbaşkanı Putin güneydoğu Ukrayna’ya Kiev’in kabul etmekte zorlanacağı ölçüde geniş bir otonomi tanınmasına ilişkin ısrarını, Ukrayna’nın Batı ile bütünleşme gayretlerini engellemeye yönelik çabalarını devam ettirecek. Gerekli gördüğü sürece, düşük yoğunluklu bir çatışmaya destek vererek Kiev üzerinde baskıda bulunmaktan kaçınmayacak. Bunu yaparken, başta Almanya olmak üzere AB ülkelerinin Rusya ile kapsamlı ekonomik ilişkilerinin, özellikle doğalgaz bağımlılığının köprülerin tamamen atılmasına imkan tanımayacağı, Batı’nın askeri bir müdahalesinin ise asla gündeme gelemeyeceği anlayışıyla hareket edecek. Avrupa’da ekonomik krizin sürdüğünü, Almanya’nın bile bir duraklama dönemine girmekte olduğunu, yaptırımların AB ekonomilerini de zorlamaya başlayacağını düşünecek. Demokratik Batı ülkelerinde halkın ekonomik sıkıntıları kuvvetle gündeme getirmesinin hükümetlerin Rusya’ya yönelik yaptırımlarının daha ileri noktalara taşınmasına izin vermeyeceğinin, otoriter Rusya’da ise bu tür sıkıntıların çok daha kolaylıkla yönetilebilir olduğunun hesabını yapacak. ABD’nin Orta Doğu’daki tehlikeli gelişmelerle başa çıkmaya çalışmasının kendi çıkarlarına da hizmet ettiği anlayışıyla enerjisini daha çok Ukrayna üzerinde yoğunlaştırmayı sürdürecek.
Bütün bunlara karşın, gelişmeleri yönlendirme kapasitesi nedeniyle uzlaşı arayışlarına itibar etmeyen, makul çözümleri yeterli bulmayan, aşırı özgüvene dayalı bir tutumun uzun vadede sürdürülebilir olmayabileceğini düşünmek; otoriter, baskıcı bir geçmişi geride bırakmış olan Rus halkının Ukrayna konusundaki milliyetçi söylemlerle nereye kadar itibar edeceğini sorgulamak da mümkün. Ama bu, şimdilik gelişmeleri yönlendirme yeteneğinin daha çok Moskova’da olduğu gerçeğini değiştirmiyor.
Bu günlerin tek olumlu gelişmesi, sınırı geçip tutuklanmış 10 Rus ve 63 Ukrayna askerinin 31 Ağustos’ta karşılıklı olarak ülkelerine iadesinden ibaret.
Şimdiki işaretler, 4-5 Eylül 2014 tarihlerinde İngiltere’de gerçekleştirilecek NATO zirvesi öncesinde Ukrayna sorununda yoğunluk yaşanmaya devam edileceği yönünde. Toplantı gündemi belki de uzun yılların en ağırı olacak. Orta Doğu’da yaşanmakta olan gelişmeler, Ukrayna ve Afganistan’ın geleceği gibi sorunlara kuşkusuz önemli zaman ayrılacak. Bunlar kadar, Baltık ülkeleri başta olmak üzere NATO’nun Sovyetler Birliğinin dağılması sonucu İttifaka katılmış ülkelerinin özel güvenlik gereksinimleri, ekonomik krizin devam ettiği bir dönemde savunmaya nasıl daha fazla kaynak ayırılabileceği gibi konular da irdelenecek.
Belki de Soğuk Savaşın bittiği anlayışıyla yaşanmış son çeyrek asrın bir muhasebesi yapılacak.
NATO Zirvesi Öncesinde Ukrayna’da Görünüm
Bir Cevap Yazın