ABD’nin IŞİD’le Mücadeleye Yaklaşımı

 

1 Eylül 2014

ABD’nin, Başkan Obama tarafından “kazınıp alınması gerekli bir kanser” olarak nitelendirilen IŞİD’le mücadele stratejisinin ana çizgileri, belirli bir bocalama dönemini takiben, netlik kazanmaya başladı.

Bu bocalamanın altında daha çok IŞİD’in Irak’taki ilerleyişinin hızı ve sergilediği sonsuz şiddet yanında, savaş ve örgütlenme yeteneği yatıyor. Gerçekten IŞİD, bu güne kadar böylesine geniş bir alana hakim olabilmiş ilk terör örgütü. Musul’dan darmadağın kaçan Irak Silahlı Kuvvetlerinin geride bıraktığı ağır silahlarla envanterini çeşitlendirmiş ve güçlendirmiş bulunuyor. Dışardan aldığı maddi destek yanında, kaçak petrol ticaretinden, fidyelerden oluşan ilave gelir kaynaklarına sahip bulunduğu biliniyor (1). Örgütün medyayı iyi kullandığı, Batılı ülkelerden saflarına katılmış cihadistlerin bilgi ve birikimine katkı yaptığı da söyleniyor.

ABD’nin IŞİD’le mücadele stratejisi, büyük yenilik içermeyen ancak gerçekçi ve kendi içinde tutarlı şu iki ayak üzerinde şekillenmiş görünüyor:

  • ABD’nin öncelikle kendi vatandaşlarının, diplomatik misyonlarının ve ülke dışındaki görevlilerinin korunması; sınırlı bir risk içerdiği takdirde, IŞİD’den kaçıp Sincar dağında mahsur kalan Yezidiler örneğinde olduğu üzere, insani sorunların çözümüne yardımcı olunması;
  • İŞİD’e karşı bir bölgesel güç birliği sağlanması; uluslararası bir koalisyon oluşturulması.

Kanımca bunlardan birincisi, öteden beri ABD dış ve güvenlik politikasının önceliğinin Amerikan çıkarlarını korumak olduğunu, ABD’nin dünyadaki tüm sorunları askeri müdahalelerle çözemeyeceğini, Amerikan askerinin tekrar savaş alanına sürülmeyeceğini kuvvetle savunmuş olan Başkan Obama’nın, tutarlılık adına sığındığı bir formüldür. Böyle olmasaydı, ABD İŞİD’in Erbil’e yönelmesi üzerine buradaki konsolosluk personelini ve vatandaşlarını, bu belirli riskler içerse de, tahliye yoluna gidebilirdi. Oysa bunu yapmadı ve IŞİD buradan püskürtüldükten, Musul barajı geri alındıktan sonra da Irak Silahlı Kuvvetlerine ve Peşmerge’ye hava desteği vermeye devam etti. Şimdi bunu Suriye’ye teşmil etmenin zihni hazırlığını yapıyor. Ancak genelde bütün seçeneklerin masada olduğunu söylediğine tanık olduğumuz ABD’nin şu aşamadaki gündeminde, danışmanlar göndermek dışında bir kara operasyonu bulunmuyor.

Amerikalı yetkililerin bu bağlamda sürekli tekrarladıkları, ABD Hava Kuvvetlerinin Bağdat’ın hava kuvvetine dönüşmeyeceğidir. Bunun da nedeni  açıktır. Irak meselesi, Obama’nın selefinden devraldığı kötü bir mirastır. Dolayısıyla Obama yönetimi, tekrar Irak’ın derinliklerinde kaybolmak için değil, Irak’ın sorunlarını tek başına olmasa bile belirli bir dış destekle çözümleyebilmesine yardımcı olabilmek için çaba göstermektedir. Bu amaçla, Bağdat’ta ülkenin bütün kesimlerini kapsayacak, daha açık bir deyişle, Şii-Sünni uzlaşısını sağlayabileceğini ümit ettiği yeni bir hükümetin kurulmasına ağırlığını koymaktadır. İŞİD’in şu aşamada açık ve yakın bir tehlike oluşturması nedeniyle hava harekatına devam etmekle birlikte, Irak’ın içinden uzlaşı çabalarıyla desteklenmedikçe bunun Sünni kesimin IŞİD çevresinde yoğunlaşmasına yol açabileceğini bilmektedir.

ABD’nin IŞİD’le mücadele stratejisinin ikinci ayağının içerdiği güçlükler birincisinden daha az değildir. Irak ve Suriye’deki çatışmaların mezhepsel temelde bir bölünmüşlüğü yansıttığı, aynı bölünmüşlüğün bölge için de geçerli olduğu artık ortadadır. “Council on Foreign Relations”ın başkanı, eski diplomat/yazar Richard N. Haass, Orta Doğu’da bugün yaşananları, Avrupa’nın iki Dünya Harbine gelinene kadar yaşadığı  “en şiddetli ve en yıkıcı dönem” olarak tanımladığı, Katoliklerle Protestanlar arasındaki Otuz Yıl Savaşlarına benzetiyor(2). Otuz Yıl Savaşları 1618-1648 yıllarında vuku bulmuştu. Yani, neredeyse tam dört asır önce…

Başkan Obama, 28 Ağustos 2014 tarihli basın toplantısında, bu zorlukların bilincinde olarak şu mealde konuştu:

“IŞİD’i etkisizleştirmek için uzun vadeli bölgesel bir strateji oluşturmamız gerekiyor. Bunu yalnız değil ortaklarımızla, özellikle de Sünni ortaklarımızla birlikte yapmamız lazım. Zira böylelikle varmayı öngördüğümüz hedeflerden biri de, Suriye’deki ve Irak’taki Sünnilere, onlara hizmet sunabilen, onları koruyabilen, İŞİD’in barbarca eylemlerine karşı savunabilen bir hükümete sahip oldukları duygusunu verebilmektir… İşte bu nedenle Suriye sorunu da sadece askeri bir mesele değildir. Aynı zamanda siyasidir. Bölgedeki bütün Sünni devletlerin ve liderlerin, bu kanserin yok edilmesinde bizim kadar çıkarları olduğunu görmeleri meselesidir… İŞİD, bu bölgede ortaklarımızla birlikte uğraşmak zorunda olduğumuz sorunların en kötüsüdür… Bölge ülkelerinin bu aşırı gruplara karşı besledikleri karmaşık duyguları artık geride bırakmaları gerekmektedir. Gerçek şu ki bazı devletler, kendi çıkarlarına hizmet adına, bu gibi grupları beslemenin çok da yanlış bir yaklaşım olmadığını düşünmüşlerdir. İster Sünni ister Şii, bütün bölge, uyanma ve birleşme vaktinin artık geldiğini görmelidir…”(3).

ABD Dışişleri Bakanı Kerry, 29 Ağustos 2014 tarihli “The New York Times” gazetesinde yayınlanan yazısında IŞİD tehdidini daha da açtı ve Obama’nın değindiği bölgesel koalisyonu oluşturmak için neler yapmayı öngördüklerinin bazı işaretlerini verdi (4). Kerry’ye göre IŞİD, amaçları bölge sınırlarının ötesine uzanan bir örgüt.  Şii ve Hristiyanlar, yanında Sünnileri de acımaksızın öldürebiliyor. Eylemleri ve saflarında çarpışan yabancılar, Amerika dahil tüm ülkeler için bir tehdit oluşturuyor. Bu tehdidin sadece hava akınlarıyla ortadan kaldırılmasına olanak bulunmuyor. Dünyanın kapsamlı bir tepki ortaya koyması gerekiyor.

Kerry’nin belirttiğine göre, kendisi ve Savunma Bakanı Chuck Hagel Başkan Obama ile birlikte İngiltere’de düzenlenecek NATO zirvesine katılacaklar ve burada Avrupalı karşıtlarıyla temaslarda bulunacaklar. Amaç da IŞİD’le mücadeleye mümkün olabilecek azami desteği sağlamak olacak. Kerry daha sonra Orta Doğu’da, IŞİD tehdidine en fazla maruz ülkelerle, oluşturulması öngörülen uluslararası koalisyona destek sağlamaya yönelik temaslarda bulunacak.

ABD’nin Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin geçici başkanlığını üstleneceği Eylül ayında — ki bu birçok ülke liderinin BM Genel Kurulu münasebetiyle orada bulunduğu bir zaman dilimidir — Başkan Obama’nın zirve düzeyinde toplanması öngörülen Konsey’e, bu ortak tehdide karşı bir plan sunacağı da anlaşılıyor. (Cumhurbaşkanı Putin’in de böyle bir toplantıya katıldığı takdirde bu herhalde gerçekleşme biçimi ve sonuçları itibariyle izlenmesi ilginç bir gelişme teşkil edecek.)

30 Ağustos’ta Brüksel’de toplanmış olan AB zirvesinin sonuç belgesinde de IŞİD tehdidine karşı bölge ülkelerince ortak hareket edilmesinin önemi vurgulandı. IŞİD’in Avrupa ülkelerinin güvenliğine doğrudan bir tehdit olduğu söylendi. AB’nin IŞİD’le mücadele konusunda ABD ve AB’nin diğer ortakları tarafından gösterilen çabayı memnuniyetle karşıladığı ve Irak’ın güvenliğine ilişkin bir uluslararası konferans düzenlenmesi fikrini desteklendiği kaydedildi. AB ülkelerince, Kürt makamları dahil Irak’a askeri yardımda bulunmak yönünde alınmış bulunan kararlara destek verdi. Komisyon’dan da, IŞİD’in uluslararası piyasada, kaçak petrol satışlarından veya benzeri faaliyetlerden gelir elde etmesini önlemek için daha etkin önlemler üzerinde durmasını istedi.

Bu ifadeler, Irak’a ilişkin bir uluslararası konferans fikri üzerinde de durulmakta olduğunu gösteriyor. Belki bu da, Başkan Obama tarafından Eylül ayında Güvenlik Konseyi’ne sunulması öngörülen planın bir parçasıdır.

Bugüne kadarki yazılarımda ben de hep bölgede yaşanmakta olan çatışmaların bölünmüşlükten kaynaklandığını, bölge ülkelerinin katkısı olmadan çözümlenemeyeceğini, bunun ise uzlaşma ve işbirliği gerektirdiğini vurguladım. Hatta, küresel aktörlerce desteklenen bir konferans fikri üzerinde de durdum. Zira bunlar diplomasi kurumunun kolaylıkla önerebileceği çare ve yöntemlerdir. Ancak mevcut bölünmüşlükler muvacehesinde bunun yapılabilirliği noktasında hep kuşku, hatta imkansızlık ifade ettim. Şimdi ABD bu “mission impossible”a soyunduğunu açıklamış bulunuyor. Şunu da unutmamak gerekir ki bu bölünmüşlüğün temelinde eğitimsizlik, yoksulluk, demokrasi açığı, din temelindeki bölünmüşlüklerin panzehiri olan laikliğin reddi gibi yapısal sorunlar var. Herhalde ABD de, bütün bu sorunlar yumağının içerdiği zorlukları müdrik olarak, IŞİD’le mücadelenin uzun vadeli bir uğraş olacağını teslim ediyor.

Artık gözler NATO zirvesinde…

__________________________________________________

(1) The White House, Press Briefing by Principal Deputy Press Secretary Eric Schultz and Deputy National Security Advisor Ben Rhodes, 8/22/2014.

(2) Richard N.Haass, The New Thirty Years’ War, 21 July 2014, Project Syndicate.

(3)The White House, Obama Statement, Press Briefing on Ukraine, ISIL, Other Issues, August 28 2014

(4)John Kerry, “To Defeat Terror, We Need the World’s Help”, The New York Times, AUG. 29, 2014.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s