21 Temmuz 2014
Amsterdam-Kuala Lumpur seferini yapmakta olan MH17 sefer sayılı Malezya Hava Yolları uçağının, 17 Temmuz 2014 tarihinde, 298 yolcu ve mürettebatı ile 33,000 ft. irtifada, bir füze ile vurulması Ukrayna sorununu farklı bir aşamaya taşıdı.
Biraz geriye gidecek olursak, Ukrayna’da 25 Mayıs’ta düzenlenen seçimin ilk tur galibi, eski Dışişleri ve Ekonomi Bakanı, oligark Petro Proşenko oldu.
Proşenko 7 Haziran’da ülkede barış ve istikrarı sağlamak üzere bir plan açıkladı. Daha sonra on güne çıkardığı bir haftalık tek taraflı ateş-kes ilan etti. Rusya yanlısı ayrılıkçılarla görüşüp bunalımdan çıkış yolu bulmaya çalıştı. Karşılık bulamayınca askeri önlemlere yöneldi. Tatlı ve sert yöntemleri birlikte kullanmayı denedi. Belki çabalarının hiçbir sonuç vermediğini görmenin de yarattığı tepkiyle, 27 Haziran’da Brüksel’de, AB ile Ortaklık Anlaşmasını imzaladı. İmza töreninde, bunun tarihi bir gün olduğunu, ülkesinin bir gün AB’ne tam üye olmasını ümit ettiğini söyledi. Hatırlanacağı üzere, Kiev’deki gösterilerle başlayan gerilime yol açan neden, Yanukoviç’in bu Anlaşmayı imzalamaktan son aşamada vazgeçmesi olmuştu.
Ukrayna sorununun dikkat çekici bir yanı ABD ile Rusya’nın söylemlerinin, “diyaloga, uzlaşıya, barışçı bir çözüme verilen destek” dışında taban tabana zıt olması. Bu aslında bölünmüşlüğün derin olduğu birçok uluslararası ihtilaf için geçerli olabilecek bir gözlem. Ukrayna’da kalıcı bir çözümün kolay olmadığını da ortaya koyuyor.
ABD, Rusya’nın ayrılıkçılara tank, top, zırhlı muharebe aracı, hava savunma sistemleri, omuzdan ateşlenilebilen roketler, yerden havaya atılan füzeler verdiğini, ayrılıkçıları eğittiğini iddia ediyor. Ukrayna’daki gerilimin düşürülmesinin ancak Rusya’nın ayrılıkçılardan desteğini çekmesiyle mümkün olabileceğini ileri sürüyor.
Rusya ise Ukrayna sorununun çıkışından ve sürüp gitmesinden Ukrayna hükümetiyle birlikte başta ABD olmak üzere Batı’yı sorumlu tutuyor, ayrılıkçılara silah verdiğini, onları eğittiğini reddediyor.
Avrupa ortalarda bir yerde ikilemleriyle mücadele ediyor.
Kiev yönetimi Rusya’ya yönelik suçlamalarını sürdürüyor.
MH17’nin düşürülmesi olayına ve bunun olası sonuçlarına geçmeden önce belki “Perşembe’nin gelişi Çarşamba’dan belliydi…” sözünü anımsatacak biz dizi uçak düşürülmesi olayına değineyim.
• 6 Haziran’da, Antonov AN-30 tipi bir Ukrayna keşif uçağı, ülkenin doğusunda, Slavyanks üzerinde, omuzdan ateşlenen bir roketle düşürüldü.
• 14 Haziran’da, İlyuşin II-76 tipi bir Ukrayna askeri nakliye uçağı Luhanks hava alanına inmek üzereyken Rusya yanlısı ayrılıkçıların uçaksavar ateşiyle düşürüldü. 49 Ukrayna askeri personeli hayatını kaybetti.
• 14 Temmuz’da Antonov AN-26 tipi bir Ukrayna askeri nakliye uçağı, yaklaşık 23,000 ft. irtifada aldığı isabet sonucu Luhanks civarında düştü. Sekiz personelden dördü hayatını kaybetti. Ukrayna yetkilileri bu irtifada bir uçağın omuzdan ateşlenen roketlerle düşürülemeyeceğini belirterek olayın sorumlusu olarak Rusya’yı işaret ettiler.
• 16 Temmuz’da Suhoi SU-25 tipi bir Ukrayna askeri jet uçağı 21,000 ft. irtifada füzeyle vurularak düştü. Pilot uçaktan zamanında atlayarak kurtuldu. Ukrayna makamları uçağın Rusya’dan atılan bir füzeyle düşürüldüğü yolunda açıklamalar yaptılar. Rusya iddiaları reddetti.
Kiev’in ayrılıkçılarla uzlaşı arayışlarında hiçbir ilerleme sağlanamaması bu gelişmelerle birleşince Obama yönetimi Rusya’ya karşı yeni ekonomik yaptırımlar almaya yöneldi. ABD bundan önce Putin’in yakın çevresindeki kişileri hedef alan bir dizi önlem almış ancak bunların Rusya’yı Ukrayna konusunda tutum değişikliğine zorlayacak bir içeriğe sahip bulunmadığı değerlendirmesi genel kabul görmüştü.
16 Temmuz 2014 günü açıklanan son yaptırımlar Rusya’nın finans, enerji ve savunma sektörlerini hedef alıyor. Bu bağlamda, iki Rus bankasının (Gazprombank ile VEB) ve enerji sektöründeki iki firmanın (Rosneft ve Novatek) borçlanma vadeleri 90 günle sınırlandırılıyor. Böylelikle, ABD sermaye piyasasına orta ve uzun vadeli erişimleri kısıtlanıyor. Ayrıca savunma sektöründe faaliyet gösteren sekiz Rus kamu şirketinin varlıkları bloke ediliyor. Söz konusu önlemler Rusya’nın finans ve enerji sektörlerinin tümünü hedef almamakla birlikte daha önce açıklanmış olanların ilerisinde. ABD yetkilileri bunların Rusya’nın esasen inişte olan ekonomisini zorlayacağı kanatini belirtirken, IMF’in Rus ekonomisinin 2014 yılı için büyüme oranını % 0.2’ye düşürdüğüne, borsanın yılbaşından bu yana % 2, rublenin ise % 4 değer kaybettiğine, Rusya’nın rublenin değerini korumak amacıyla döviz rezervlerinin yaklaşık % 10’unu kullandığına (51 milyar dolar) işaret ediyorlar. Buna karşın söz konusu Rus kuruluşlarının ihtiyaç duyacakları dolarları başka yerlerden bulabileceğini düşünenler de var.
Bu yaptırımların Rusya ile çok daha yakın ekonomik ilişkilere sahip bulunan AB ülkelerinin yapabileceklerinin ötesine geçtiğinden ise kuşku duymamak gerekiyor. Nitekim 16 Temmuz’da Brüksel’de bu konuyu ele alan AB liderlerinin üzerinde mutabık kalabildiği önlemler Vaşington’un açıkladığı yaptırımların çok gerisinde kaldı. Daha açık bir deyişle, ABD ve AB bu konuda bütünlük sağlamakta zorlanıyorlar.
Rusya Cumhurbaşkanı Putin Brezilya’da yaptığı açıklamada, ABD tarafından açıklanan yeni yaptırımların ABD’ne zarar vereceğini, ABD-Rusya ilişkilerini çıkmaza sokacağını, ABD’nin uzun vadeli stratejik çıkarlarına ters düştüğünü belirtti. Obama yönetiminin Rusya’nın Ukrayna’da barışı hedefleyen çabalarına gereken desteği vermediğine, aksine kardeş kavgasını teşvik ettiğine değindi. Ayrıca, ABD’nin Orta Doğu’daki müdahalelerinin her yerde sorun yarattığını, Afganistan’ın sıkıntılarının bitmediğini, Irak ve Libya’nın dağılmakta olduğunu, Sisi duruma el koymasaydı Mısır’ın da benzer bir gelişme içerisine girmiş olacağını, Ukrayna’ya el atılmış olmasının orada da sorun yarattığını, bununla birlikte müzakere kapısını kapatmadıklarını vurguladı.
Rusya, ABD’nin son yaptırımlarına karşılık olarak bir Kongre üyesi ile bazı silahlı kuvvetler mensuplarının Rusya’ya girişlerini yasakladı.
Kanımca Cumhurbaşkanı Putin’in beyanlarının bazı haklı yönleri bulunsa da göz ardı ettiği iki husus var: birincisi Başkan Obama’nın genelde ABD’nin dış müdahalelerini sona erdirmek için çaba gösterdiği; ikincisi de Rusya’nın da dış müdahaleler konusundaki sicilinin, Gürcistan ve Ukrayna örneklerinde görüldüğü üzere, tamamen temiz olmadığı.
Genel olarak küresel güçler, uluslararası sorunlara ilişkin değerlendirmeleri, tepkileri ne olursa olsun karşıtları ile köprüleri atmıyor, diyalog kapısını açık tutmaya özen gösteriyorlar. Retorikten kaçınıyorlar. Yaygaracılığı konumlarıyla bağdaştıramıyorlar. Söyledikleri ciddi suçlamalar içerse de ağırbaşlı bir üslup kullanmaya özen gösteriyorlar. Nitekim, Obama ve Putin son yaptırımlar açıklandıktan sonra yaklaşık 90 dakika telefonda görüştüler. Bunun iki lider arasında yapılan en uzun telefon görüşmesi olduğu söyleniyor.
Bu konuda 17 Temmuz günü Beyaz Saray’dan yapılan açıklamada özetle şöyle denildi:
“Başkan Obama bugün Cumhurbaşkanı Putin’le, Ukrayna’daki durumu ve dün ABD tarafından açıklanan yaptırımları konuştu. Başkan kendisinin diplomatik bir çözüme olan bağlılığını koruduğunu ve yaptırımların tercih ettiği bir yöntem olmadığını vurguladı. Bununla birlikte, Rusya’nın Ukrayna’daki ayrılıkçılara ağır silahlar vermeye devam ettiğine ilişkin güçlü kanıtlar ve Rusya’nın gerilimi düşürmeye yönelik tedbirler almaması muvacehesinde ilave yaptırımların gerekli hale geldiğini belirtti. Başkan Obama Cumhurbaşkanı Putin’e, ayrılıkçıları ateş-kese ikna etmek, müzakereler için bir yol haritasını desteklemek, Ukrayna’ya savaşçı ve silah akışını önlemek, ayrılıkçılar tarafından rehin tutulan kişilerin serbest bırakılmalarını sağlamak ve etkin bir AGİT sınır gözlem misyonunun oluşturulması dahil olmak üzere gerilimi düşürmeye yönelik somut önlemler alması için çağrıda bulundu. Bu yapılmadığı sürece Rusya’nın artan bir bedel ödemeye ve tecrit edilmeye devam edeceğini kaydetti. Başkan istikrarlı ve müreffeh bir Ukrayna’nın ABD ile Rusya’nın ortak çıkarına olduğunun altını çizdi. Başkan Obama ve Cumhurbaşkanı Putin Ukrayna bunalımına barışçı bir çözüm bulunması gerektiği hususunda mutabık kaldılar. Görüşme sırasında Cumhurbaşkanı Putin Rusya-Ukrayna sınırında düşürülen bir yolcu uçağına ilişkin ilk haberlere değindi.”
Kremlin’den yapılan açıklama ise yukarıdakinden hayli farklı. Onda da şöyle denildi:
“Taraflar Ukrayna bunalımı üzerinde ayrıntılı bir görüşme yaptılar. Vladimir Putin Ukrayna’nın güneydoğusunda çok sayıda can kaybına ve yüz binlerce Ukraynalıyı Rusya’ya sığınmaya zorlayan çatışmanın durdurulması gereğine değindi. Ukrayna ordusunun, Rus vatandaşları arasında zayiata neden olacak şekilde Rus topraklarına ateş açmasının kabul edilmezliğini vurguladı. Rusya Cumhurbaşkanı, temas grubunun danışmalarının, güneydoğu Ukrayna’dan temsilcilerin de katılımıyla devamını sağlamak amacıyla Rusya tarafından alınan önlemler konusunda Amerikalı karşıtını bilgilendirdi. Amerikan tarafının da Ukrayna’da barış görüşmelerinin başlamasına katkı sağlaması ümidini dile getirdi… Vladimir Putin Vaşington’un sektörleri hedef aldığı iddia edilen ve hem ikili münasebetlere hem de Ukrayna’da bir uzlaşı bulmaya yönelik çabalara zarar verecek yeni yaptırımlara ilişkin isabeti tartışmalı kararına ilişkin düş kırıklığını dile getirdi. Taraflar Orta Doğu’daki durum üzerinde de görüş alışverişinde bulundular… Rusya lideri, ABD Başkanına bu görüşmeden hemen önce hava trafik kontrol birimlerinden kendisine, bir Malezya yolcu uçağının Ukrayna toprakları üzerinde düştüğüne dair bilgi ulaştığını bildirdi.”
Görüşmeye ilişkin açıklamalar dahi Moskova-Vaşington hattında Ukrayna konusunda yaşanmakta olan derin görüş ayrılıklarının açık göstergesi. MH17’ye ilişkin ifade farklıkları da (“Rusya-Ukrayna sınırında düşürülen”e karşın “Ukrayna üzerinde düşen”) dikkat çekici.
MH17’nin 17 Temmuz 2014 tarihinde düşürülmesi, Ukrayna bunalımını çok farklı boyutlara taşımış, daha çok ABD-Rusya münasebetlerinde yarattığı sıkıntı ile ön plana çıkan bir sorunun bir anda dünyanın çok değişik köşelerinde insanların, ailelerin hayatını en kötü biçimde nasıl etkileyebileceğini göstermiştir.
Şu sırada yanıtı aranan sayısız soru var. Ben bunlardan daha önemli gördüğüm ikisine değinmekle yetineceğim.
Bunlardan birincisi uluslararası hava trafiğinin güvenliğidir. Yukarıda değindiğim üzere, Ukrayna Silahlı Kuvvetlerine ait bir Antonov AN-26 tipi bir uçak 14 Temmuz Pazartesi günü Luhanks bölgesi üzerinde 23,000 ft. irtifada bir füze ile vurularak düşürüldü. Basında çıkan haberlere itibar edecek olursak, Ukrayna makamları,olay sonrasında, bu bölge üzerindeki hava sahasını 32,000 ft. altındaki uçuşlara kapattı. Rusya da 16 Temmuz Çarşamba gecesi aynı yola gitti. Bu önlemler, 33,000 ft. irtifada (yaklaşık 10,000 m) seyretmekte olan MH17’yi kurtarmaya yetmedi çünkü onu vurduğu iddia edilen SA-11 füzesinin menzili bunun iki katı. Bazı havayolu şirketlerinin ( British Airways, Air France) bir süredir bu yolu kullanmadıkları da basında yer alan haberler arasında. Özetle, küresel hava trafiği yönetiminin, “bizden kaynaklanan bir kusur var mı?” sorusunun yanıtını araması ve bunun olumlu olması durumunda süratle önlem alması gerekiyor.
Olayın siyasi boyutuna gelince, burada üzerinde durulması gereken ilk konu tarafsız bir uluslararası incelemenin süratle başlatılabilmesidir. Bu konuda en üst düzeyde geniş bir uluslararası mutabakat varmış gibi görünüyorsa da araziden gelen haberler cesaret verici olmaktan uzak. Çelişkili iddialar birbirini izliyor. Ukraynalılar ellerinde MH17’nin SA-11 füzeleriyle Rusya yanlısı ayrılıkçılar tarafından vurulduğunu kanıtlayacak somut deliller bulunduğunu açıkladı. Bölgeye giden AGİT gözlemcilerine enkaz alanına ancak sınırlı erişim sağlandığı, delillerin karartıldığı yolunda iddialar mevcut. ABD tarafsız ve eksiksiz bir inceleme istiyor ve Rusya’yı doğrudan suçlamasa da bunu ima eden açıklamalarda bulunuyor. Delillerin karartılmakta olabileceğine ilişkin haberler ABD Dışişleri Bakanının söylemini sertleştirmesine yol açtı. Kerry son olarak MH17’nin Rusya’nın verdiği silahlarla ve eğittiği ayrılıkçılar tarafından vurulduğuna inandıklarını söyledi.
Moskova’da yapılan açıklamalarda, Cumhurbaşkanı Putin ile Şansölye Merkel’in telefon görüşmelerinde, bunun ICAO (Uluslararası Sivil Havacılık Örgütü) tarafından yapılması hususunda anlaştıkları izlenimi verilmek isteniyor.
Cumhurbaşkanı Putin ülkesinin tarafsız bir incelemeye her türlü desteği vereceğini söylemekle beraber bunu sağlamanın “MH17 Ukrayna topraklarında düşürülmüş olduğu için” Ukrayna hükümetinin görevi olduğunu belirtiyor. Genel olarak olayın sorumluluğunu da “işin bu aşamaya gelmesine neden olan” Kiev yönetimine yüklüyor.
Görünen o ki, herkesin istediğini, destek vereceğini söylediği “ciddi ve tarafsız bir uluslararası inceleme”nin süratle başlatılıp zamanlıca tamamlanması kolay, belki de mümkün olamayacak. Bunun engellenmesinin veya zamana yayılıp yozlaştırılmaya çalışılmasının iki sonucu olabilir. Ya ABD-Rusya gerilimi daha da yükselir, ya da Rusya bugüne kadar desteklediği ayrılıkçıların en azından bir kısmının sorumsuz, aşırılıkla malul bir grup olduğu gerçeğini görerek bundan bazı sonuçlar çıkarır. Bunu açıkça kabullenmese de Ukrayna’daki uzlaşı arayışlarına desteğini arttırarak MH17 trajedisinin kendisi bakımından yaratabileceği olumsuz algıyı yumuşatmaya çalışır.
Şu aşamada daha çok sıkıntıda olan Cumhurbaşkanı Putin olmakla birlikte, MH17’ye ilişkin gelişmelerin Moskova’nın Ukrayna’ya uzun vadeli bakışında temel bir farklılık yaratabilmesi de olanaklı görünmüyor. Bu da hayatın gerçeği.
AB ülkeleri böyle bir senaryoda Moskova-Vaşington hattında bugüne kadar sürdürmeye çalıştıkları denge siyasetini belki biraz daha ABD çizgisine yaklaştırırlar ancak Rusya ile ekonomik karşılıklı bağımlılıklarının belirlediği sınırları çok da fazla zorlayamazlar.
Özetle belirtmek gerekirse, bu facianın Ukrayna’da çok içtenlikli olmayan bir uzlaşı bulunmasına katkısı olabilir ancak sorunun temel parametreleri değişmez.
Son bir nokta: bir süredir Avrupa’nın en güçlü ülkesi Almanya’nın giderek uluslararası arenada ağırlığını daha fazla yansıtacak, daha bağımsız bir dış politikaya yönelebileceğine dair değerlendirmeler yapılmakta. Bu öngörü ciddi bir olasılığı yansıtıyorsa, Ukrayna bunalımına ilişkin gelişmelerin Almanya’yı beklediğinden daha erken bir tarihte bazı tercihlerle karşı karşıya bırakabileceğini düşünmek de mümkün.
Dünyamız gerilim yüklü, kanlı bir yaz geçiriyor.
MH17’nin düşürülmesi 298 kişiyi canından ederken, Gazze’deki can kaybı yüzlerle ifade ediliyor. Orta Doğu ülkeleri binlerce, on binlerce can kaybına neden olan mezhep çatışması sarmalını aşamıyor; aşmak için çaba göstermiyor. Türkiye ise polemik/retorik/kutuplaşma denizinde fırtınalı seyrini sürdürüyor.
Acaba 2014 yılı ilerde nasıl anılacak?
Ukrayna Bunalımında Yeni Aşama
Bir Cevap Yazın