BM Genel Sekreteri Ban Ki-Moon’un Orta Doğu Barışına Katkı Çabası

22 Temmuz 2014

BM Genel Sekreteri Ban Ki-Moon İsrail ile Hamas arasında bir ateş-kes sağlanmasına yardımcı olabilmek amacıyla Orta Doğu’da.
Bir uluslararası örgütün genel sekreteri o örgütün üyelerinin ortaya koyabildikleri ortak iradenin toplamını temsil eder. O irade güçlüyse genel sekreter de güçlüdür, zayıfsa genel sekreter de zayıftır.
Ban Ki-Moon 22 Temmuz 2014 tarihinde İsrail Başbakanı Netanyahu ile görüştükten sonra muhatabı ile ortak bir basın toplantısı düzenledi. Kendisinin bu toplantıda “roket saldırılarını kınadığını” söylemesi bazı gazetelerimizde “BM’den şok açıklama” başlığı ile yansıtıldı, eleştirildi.
Ciddi bir gazetemizin köşe yazarlarından biri de şöyle dedi:
“Kötünün ve zalimin yanında ödeyemediği büyük bir borcu varmış gibi süklüm püklüm duran, görev süreleri bitip isimleri değişse de özür diler tarzdaki konuşma tarzı asla değişmeyen BM genel sekreterleri…”
BM Genel Sekreteri Ban Ki-Moon’u savunmak benim görevim değil. Ancak basınımızın uluslararası sahnede belirli konuma sahip birini eleştirirken, onun sadece bir cümlesine odaklanmayıp, genel olarak ne söylediğini, başka yerlerdeki beyanlarıyla bir bütünlük içinde değerlendirip okuyucuya serinkanlı bir görüş sunmasını beklemek benim hakkım.
Önce Ban Ki-Moon’un 21 Temmuz’da Kahire’de, sonra 22 Temmuz’da Tel Aviv’de, sonra da yine 22 Temmuz’da Ramallah’dan video konferans yoluyla Güvenlik Konseyine verdiği brifingde ne söylediklerine bakalım.
Ban Ki-Moon Kahire’de ABD Dışişleri Bakanı ile birlikte düzenlediği basın toplantısında özetle şunları dile getirdi:
“… Çabalarımız birbirini destekleyen üç sütun üzerine bina edilmiştir. İlk ve en öncelikli olarak şiddeti durdurmanın yolunu bulmalıyız. Sivil halktan birçok insan yaşamını yitirdi, özellikle de kadın ve çocuklar. Bu üzüntü verici, trajik bir durumdur. Elimizden geleni yapmalıyız ve ben bugün bunun için buradayım. İkinci olarak tarafların diyalog masasına dönmelerini sağlamalıyız. Bütün konular masada olmalı ve taraflar bunları şiddete başvurmaksızın barışçı biçimde ele alabilmeliler. Üçüncü olarak bu bunalımın öze ilişkin yanları da görüşülmeli. Bugüne kadar birçok kez diyalog yapıldı, krizler yaşandı ancak bütün temel sorunlar ele alınamadı… Filistin ve özellikle Gazze halkının yaşadığı sıkıntıları çok iyi anlıyor ve onlara sempati duyuyorum. Maruz kaldıkları kısıtlamalar mümkün olan en kısa zamanda kaldırılmalı, böylelikle sıkıntılarını duyurmak için şiddete başvurmaları önlenmelidir. İsrail’in kendisini ve halkını savunmasının meşruiyetini de kabul ediyorum. Hamas’tan roket saldırılarını derhal durdurmasını bekliyorum. İsrail’in askeri bir tepki vermesini anlıyorum ancak bu orantılı olmalıdır. Ölenlerin çoğu Filistinlilerdir.”
Bence bu ifadeler öncelikle Filistin halkına destek anlamı taşır.
Ban Ki-Moon 22 Temmuz’da Tel Aviv’de Başbakan Netanyahu ile birlikte düzenlediği basın toplantısında ise özetle şunları belirtti:
“Biz burada konuşurken Hamas ve İslami Cihat roket atışlarını sürdürüyorlar. Birleşmiş Milletlerin bu konudaki tutumu açıktır: Roket saldırılarını kınıyoruz. Okulların, hastanelerin ve diğer sivil kurumların askeri amaçla kullanılmasını da kınıyoruz… Benim İsraillilere ve Filistinlilere mesajım aynıdır: Çatışmayı durdurun. Konuşmaya başlayın. Anlaşmazlığı özünü teşkil eden sorunları ele alın ki altı ay veya bir yıl sonra yine aynı noktada olmayalım. Bu sorunlar – karşılıklı tanıma, işgal, ümitsizlik ve aşağılanma – ele alınmak zorundadır. Askeri önlemler uzun vadede İsrail’in istikrar ve güvenliği için yeterli olamaz… İsrail demokratik ve güçlü bir devlettir. Size gücünüzü itidal sergileyerek göstermeniz çağrısında bulunuyorum…”
BM Genel Sekreteri’nin Güvenlik Konseyi’ne Gazze’den video konferansta söyledikleri ise özetle şunlar:
“… Katar, Kuvet, Mısır ve İsrail’de yoğun ve verimli görüşmelerde bulundum. Katar’da Filistin Cumhurbaşkanı Mahmud Abbas ile bir araya geldim… Umarım bu görüşmeler olumlu bir sonuca ulaşır. Ziyaretlerimin her aşamasında şu mesajı verdim: çatışmayı durdurun, diyaloga başlayın ve temel sorunları ele alın. Ateş-kes gerekli ancak temel sorunlar ele alınmaz ise ihtilafı sadece ertelemiş oluruz. Bu sarmal devam eder; acı ve nefret her defasında daha da artar. Daha açık bir deyişle, insanlara verilen sadece umutsuzluk ve işgal olursa sorun yok olmaz, ağırlaşır. Ateş-kes için en ümit veren Mısır’ın Kasım 2012 ateş-kes anlayışına dayalı girişimidir. Bu girişim Cumhurbaşkanı Abbas’ın ve Arap Ligi’nin desteğini almıştır. Maalesef Hamas henüz buna olumlu yanıt vermiş değil… Hamas ve İslami Cihad’ın İsrail’e yönelik roket saldırılarını tekrar kuvvetle kınıyorum. İsrail’in ağır tepkisinden ve yüksek can kaybından da kaygı duyuyorum… Kalıcı barış ancak siyasi çözümle sağlanabilir. Gazze ancak sosyo-ekonomik konularda ve yönetimde kalıcı düzenlemelerle istikrara kavuşabilir. Taraflar, Güvenlik Konseyi’nin çağrısını da dikkate alarak, bu ihtilafı iki-devlet temelinde çözümlemelidir.”
Ban Ki-Moon’un söyledikleri bunlar. Denebilir ki “Roket saldırılarını kınayan Genel Sekreter İsrail’in şiddetini aynı şekilde kınamamış?” Mevcut durum devam ederse belki o noktaya da gelir ama göz ardı edilmemesi gereken Ban Ki-Moon’un Filistin tarafının uzun süredir dile getirdiği taleplere güçlü destek vermiş ve İsrail’in tepkisinin orantısızlığına dikkat çekmiş olması. İşgalin, baskının çözüm olmadığını, mutlaka öze ilişkin konuların ele alınması gerektiğini söylemesi. Bu, sınırların belirlenmesi başta olmak üzere, bütün Filistinlilerin ısrarlı biçimde dile getirdiği tutumdur. Kalıcı çözümü ilgilendirdiği için de daha önemlidir.
Şunu da unutmamak gerek: Ban Ki-Moon bölgeye ateş-kes çabasına yardımcı olmak üzere gitti. Bunu da taraf haline gelerek yapması olanağı yok ki biz bunu çok iyi biliyor olmalıyız. Uluslararası toplumun genel tutumu doğrultusunda, belirli bir dengeyi gözetmek zorunda. Bu vesileyle, BM İnsan Hakları Yüksek Komiseri Navi Pillay’ın “İsrail’in sivilleri korumak için gerekeni yapmadığını, uluslararası hukukun savaş suçu teşkil edebilecek düzeyde ihlal edilmiş olmasının güçlü bir olasılık olduğunu söylediğini de kaydetmek gerek.

Kendisinin “süklüm püklüm” olarak nitelendirilen duruşuna gelince: Söyleyeceklerini, bizlerin alışık olduğundan farklı bir üslup ve vücut diliyle ifade etmek Uzak Doğu kültürünün bir parçasıdır. Bunu fark edememiş iseniz, Japon İmparatorunu da, dünyanın iki numaralı küresel gücü Çin’in yöneticilerini de “süklüm püklüm” görmek yanlışını yaparsınız. Hep “Şark kültüründen”, “Doğu”dan bahsedilir. Aslında iki Doğu vardır: Orta Doğu ve Uzak Doğu. Bunlar, mukayeseli üstünlükleri saklı kalmak koşuluyla, iki ayrı dünyadır.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s