Ukrayna Krizi – 2

12 Mart 2014

Ukrayna bunalımında henüz bir çıkış yolu bulunamadı. Burada “çıkış yolu” ile kastettiğim elbette “çözüm” olmayıp, gerilimin düşürülmesine olanak tanıyacak bir yöntem veya yol haritası üzerinde mutabakat sağlanmasıdır. Şu sırada kapalı kapılar ardında son derece yoğun diplomatik çalışmaların yapıldığında kuşku yok. Başkan Obama açıklamalarında, Kırım’a  müdahalenin uluslararası hukuka aykırı olduğunu vurgulamakla birlikte, “Rusya’nın Ukrayna’da, Kırım’da meşru çıkarları bulunduğuna” da değinmekte. Öte yandan, Kırım’ın Rusya’ya katılıp katılmaması konusunda yapılması kararlaştırılmış bulunan referanduma sadece üç gün kaldı. Batı’nın yaptırım tehdidi henüz somut ve ses getirici bir uygulama alanı bulamadı. Ekonomik yaptırımlar bahsinde ABD ile Avrupa’nın konum ve tutumları tam olarak örtüşmemekte. Bunun başlıca nedeni, Avrupa ülkelerinin çoğunun Rusya ile enerji sektörünü de kapsayan yoğun ekonomik ilişkilere sahip bulunması. Ancak, bir kısım Amerikan firmalarının da Rusya ile artan bir ekonomik işbirliği potansiyeli taşıyan alanlardan dışlanmamak istediği anlaşılıyor. Üzerinde ittifak edilen husus, bunalımın ucu açık bir biçimde tırmandırılmasının önlenmesi için her yolun denenmesi gerektiği…

Gerilimi düşürmeye yönelik arayışlar kapsamında ABD Dışişleri Bakanı Kerry’nin Rus karşıtı Lavrov’a, Rus tutumunu açıklığa kavuşturmayı amaçlayan bir dizi soru ilettiği ancak aldığı yanıtlarda bilinen Rus tutumundan öteye yeni bir şey olmadığı anlaşılıyor. Soru ve yanıtların içeriği açıklanmıyor.

Görülebildiği kadarıyla Batı’nın Moskova’dan beklentileri şunlardır:

  • Rusya’nın Kırım’daki askeri faaliyetlerini durdurması, askerlerini kışlalarına çekmesi,
  • Kırım’ın Rusya’ya katılım sürecini durdurması,
  • Gerilimi düşürücü bir tavır sergilemesi,
  • Ukrayna Geçici Hükümetiyle masaya oturarak bunalımı aşmak yönünde çaba göstermesi,
  • Uluslararası gözlemcilerin Kırım dahil Ukrayna’da, Rusya’nın Rus vatandaşlarına veya Rus kökenlilere karşı vuku bulduğunu iddia ettiği insan hakları ihlalleri ve saldırılar dahil, tüm bu tür davranışları ve güvenlik durumunu izlemek üzere hızla görevlendirilmesine onay vermesi,
  • Bir uluslararası temas grubunun teşkiline, bu grubun gerilimin düşürülmesine, çözüm arayışlarına, Ukrayna’ya mali destek bulunmasına ve silahların toplanmasına katkıda bulunmasına yeşil ışık yakması.

Rusya ise elan, Kırım’da duruma el koymuş olanların Rus askerleri değil Kırım’ın öz savunma kuvvetleri olduğunu iddia etmeyi sürdürüyor. Ayrıca Kiev’deki Geçici Hükümetin meşru yollardan iktidara gelmediğini, dolayısıyla Rusya tarafından tanınmayacağını vurguluyor.  Rusya Dışişleri Bakanlığı, Bakan Lavrov’un, Ukrayna’da istikrar arayışına, Almanya, Fransa ve Polonya Dışişleri Bakanlarının katkısıyla ortaya çıkarılan ve bir Rus temsilcinin de tanıklık ettiği 21 Şubat 2014 tarihli uzlaşının temel alınmasını önerdiğini açıkladı. Lavrov, John Kerry’nin de bunu kabul ettiğini söyledi ancak tablo açıklık kazanmış değil.

Hatırlanacağı üzere, yaklaşık 22 saat süren bir müzakere maratonu sonucu ortaya çıkarılan sözkonusu anlaşma hayata geçirilememiş ve Cumhurbaşkanı Yanukoviç Kiev’den ayrılmıştı. 21 Şubat anlaşması özetle aşağıdaki hususları içermekteydi:

  • 2004 Anayasasına dönülmesi,
  • On gün içerisinde bir ulusal birlik hükümetinin kurulması,
  • Eylül 2014’e kadar yeni bir anayasal reformun gerçekleştirilmesi,
  • Yeni anayasa kabul edilir edilmez, her koşulda Aralık 2014’den geç olmamak kaydıyla cumhurbaşkanlığı seçimlerinin yapılması,
  • Yeni bir seçim kanunu çıkarılması,
  • Son dönemdeki şiddet olaylarının, resmi makamlar, muhalefet ve Avrupa Konseyi’nin ortak gözetiminde araştırılması,
  • Hükümetin olağanüstü hal ilan etmemesi, yönetim ve muhalefetin şiddet kullanmaktan kaçınması,
  • Protestolara katılanlar için üçüncü bir affın çıkarılması,
  • Yaşamın normale avdeti için çaba gösterilmesi; yasa dışı silahların resmi makamlara teslim edilmesi; muhaliflerce işgal edilmiş bulunan resmi binaların tahliyesi.

Cumhurbaşkanı Putin ile Başkan Obama’nın gerçekleştirdikleri uzun ve kritik telefon görüşmesinde hemen yaşama geçirilmesine destek verdikleri bu uzlaşının neden uygulanamadığı tamamen aydınlığa kavuşmuş değil. Ancak şu kadarını söylemek mümkün: Uzlaşının imzasından hemen sonra Ukrayna Parlamentosu (Rada) 2004 anayasasına dönülmesini kabul etti. Olayları çığırından çıkarmakla itham edilen İçişleri Bakanını görevden aldı. Eski Başbakan Yulia Timoşenko’nun da serbest bırakılmasına karar verdi.  O aşamada Ukrayna muhalefeti içerisinde, varılmış olan uzlaşıyı kabul etmediklerini, silahı bırakmayacaklarını ve Cumhurbaşkanı Yanukoviç’in istifasında ısrarlı olduklarını söyleyenler vardı. Uzlaşma öncesindeki günlerde, Cumhurbaşkanı Yanukoviç’in partisine mensup milletvekillerinin yaklaşık üçte birinin partilerinden istifa etmiş olduklarını da bu karmaşık tabloyu tamamlamak için kaydetmek gerekiyor.

Burada çok kısa olarak “anayasa sorunu”na değinmekte yarar olabilir. Ukrayna bağımsızlığına kavuştuktan sonra, Haziran 1996’da başkanlık sistemini içeren ilk anayasasını kabul etti. 2004’de, Turuncu devrim sırasında bu anayasa tadil edildi,  Cumhurbaşkanının yetkileri sınırlandırıldı. 2010’da, Yanukoviç’in Cumhurbaşkanlığı döneminde, Anayasa Mahkemesi bu değişiklikleri iptal etti. Ancak bütün bu anayasa değişikliklerinin, usuller biraz zorlanarak veya göz ardı edilerek gerçekleştirildiğini, dolayısıyla hep tartışma konusu olduğunu da kaydetmek gerekiyor. Dolayısıyla hukuka uygun, şeffaf bir anayasa reformu Ukrayna’nın geleceği için önemli…

21 Şubat anlaşmasından hareketle bir çözüm aramanın güçlüğü Yanukoviç’in durumudur. Zira bu anlaşma Yanukoviç’in görevine son vermemişti. Nitekim Yanukoviç hala Ukrayna’nın yasal cumhurbaşkanı olduğunu iddia etmekte. Oysa, bunalımı geride bırakmayı ne kadar isterlerse istesinler, geçici hükümetin ve muhalefetin bu noktaya dönebileceğini düşünmek müşküldür. Dolayısıyla tek çıkar yol ülkenin siyasi dengelerini yansıtan yeni bir uzlaşı hükümeti kurulması olmaktadır. Bu yapılabildiği takdirde sağcı partilerin ne diyecekleri ve ne yapacakları önem kazanacaktır. Yanukoviç’in geleceği ise öncelikle Rusya’nın tutumuna bağlıdır. Bütün bunlar, kutuplaşma sarmalına girmiş bir ülkenin sorunlarını aşmakta karşılaşacağı zorlukları kavramak bakımından bir ders teşkil etmektedir. Bu dersi iyi okuması gereken ülkelerden biri de Türkiye’dir.

Bu aşamada en kritik konu 16 Mart Pazar günü Kırım’da düzenlenmesi öngörülen referandumdur. Rusya’nın bu konuda geri adım atması, referandumu erteletmesi, bugüne kadar tanık olduğumuz söylemi dikkate alındığında güç görünmektedir. Referandumun Rusya ile birleşme sonucunu vereceğinde de kuşku bulunmamaktadır. Dolayısıyla Rusya’nın referandum sonrasını nasıl yöneteceği sadece Ukrayna bunalımını açısından değil, Rusya’nın Batı ile ilişkilerinin geleceği bakımından da büyük önem taşımaktadır. Rusya 2008’de Gürcistan’la savaşını takiben Abhazya ve Güney Osetya’nın bağımsızlıklarını tanımıştı. Ancak bu iki bölgenin Rusya’ya katılmak gibi bir arzuları yoktu. Kırım’da ise durum farklı. Olayın uluslararası hukuk boyutu, meşruiyet tartışmaları bir kenara konulsa bile, Kırımlıların vereceği karar kendi başına Rusya’ya katılma bakımından yeterli olmayıp Rusya’nın da kendi ulusal hukuku çerçevesinde bu yönde bir karar alması gerekmektedir. Rusya bu yola gider mi? Bu yola gitmek yerine Kırım’ı, ilhaka kıyasla bir orta yol olarak takdim edebileceği bağımsızlığa yönlendirmeye çalışır mı?  Kırım Parlamentosunun kabul ettiği bağımsızlık bildirgesi bunun hazırlığı olabilir mi? Cumhurbaşkanı Putin, Kırımlıların Rusya’ya katılma kararını bir koz olarak şimdilik elinde tutup beklemeyi mi tercih eder? Bu gibi sorulara kolay ve iyimser yanıtlar bulmak zor. John Kerry’nin Cuma günü Londra’da Sergey Lavrov’la yapacağı görüşme belki de referandum öncesinin son fırsatı.

Batılı ülkelerin ısrarla önerdikleri temas grubunun faaliyete geçirilmesi diplomatik çabalara ivme vermek bakımından önemlidir. Kanımca, Hükümetin şu sırada Ukrayna bunalımına ilişkin bir numaralı hedefi, kurulabildiği takdirde mutlaka bu temas grubu içerisinde yer almaktır. Zira, Kırım Tatarlarının geleceğine olan ilgimiz saklı kalmak koşuluyla, görünür olmaya, özellikle arabuluculuk yapmaya duyduğumuz özel ilgi bunu düşündürmektedir. Nitekim son günlerde, “Türkiye’nin hem Rusya hem de Ukrayna ile iyi ilişkilere sahip bulunduğunu” dillendirmeye başladık. İsrail ve Suriye ile “iyi ilişkilerimiz” de geçmişte bize bu iki ülke arasında da belirli bir arabuluculuk rolü oynama fırsatını vermişti. Sonra tablo değişiverdi. Bakalım ne zaman birileri çıkıp bize, “siz biraz da kendi aranızı bulsanıza” diyecek…

 

 

 

 

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s