8 Kasım 2014
26 Ekim’de düzenlenen seçimde Batı yanlısı partiler Ukrayna Parlamentosunda (Rada) büyük bir çoğunluk sağladılar.
Rada’nın normalde 450 üyesi var. Bunların 225’i ülke çapında parti listelerine verilen oylarla nispi temsil esasına göre seçiliyor. Geri kalan 225 Rada üyesi ise, en çok oyu alanın kazandığı tek kişilik seçim bölgelerinden geliyor. Daha da açık deyişle, ülke 225 adet küçük seçim bölgesine bölünmüş ve bunların her birinden bir milletvekili çıkıyor. Sandık başına giden her Ukraynalıya iki seçim pusulası veriliyor. Bunlardan biri siyasi partiler, diğeri ise yerel adaylar için kullanılıyor. Kırım’da 15, Donetsk ve Luhansk’da ayrılıkçıların kontrolündeki 12 seçim bölgesinde oy kullanılamadığı için Rada’nın mevcudu 423 olacak.
Bu seçimde siyasi partiler için verilen oylarda Başbakan Arseniy Yatsenyuk’un Halk Cephesi % 22.16 ile birinci sırayı aldı. Onu % 21.83’le Cumhurbaşkanı Poroşenko’nun seçim bloğu izledi. Ancak yerel üyelerin seçiminde bu ikincisi daha başarılı oldu. Netice Poroşenko’nun partisi Rada’da 132, Yatsenyuk’un partisi ise 82 sandalye elde etti.
Seçime katılan 29 partiden % 5’lik barajı aşarak Rada’ya girebilenlerin sayısı altı. Bunların sonuncusu, 19 milletvekili ile eski başbakan Timoşenko’nun partisi oldu ki bu da artık kendisine duyulan güvenin hayli azaldığının göstergesi. Devrik Cumhurbaşkanı Yanukoviç çizgisindeki Muhalefet bloğu dördüncü sırada, oyların % 9.4’ünü alarak 29 milletvekili çıkardı. Komünist Partisi ilk kez barajı aşamadı. Milletvekillerinin 96’sı, küçük seçim bölgelerden gelen bağımsızlar.
Seçime katılım oranı % 50’nin biraz üzerinde.
Seçim sonuçları Batı’da Ukrayna’nın Avrupa/Batı yönelimine destek verenlerin zaferi olarak takdim edildi. Ancak, ayrılık yanlılarının 2 Kasımda, kontrolleri altındaki bölgelerde (sözde “Donetsk ve Luhansk Halk Cumhuriyetlerinde”) kendi seçimlerini düzenlemeleri iyimserlik ortamını hemen gölgeledi.
Rusya ayrılıkçı bölgelerde düzenlenecek seçimlerin sonucunu tanıyacağını, seçimlerin bölge yöneticilerine fazla meşruiyeti kazandıracağını, Kiev Yönetimiyle bunlar arasında verimli bir diyalog başlatılmasının istikrara katkı sağlayacağını açıkladı.
Kiev Yönetimi ve Batı ülkeleri ise bu yola gidilmesinin Minsk’te imzalanan ateş-kes Protokolünün ihlali olacağını vurguladılar. Seçimlerin tüm uyarı ve eleştirilere rağmen düzenlemesinden sonra da bunu, kesinlikle kabul etmeyecekleri, yasadışı ve düzmece bir seçim olarak nitelendirdiler. Bu tartışma elan sürmekte. Ancak Batı cephesine bakıldığında, eleştirilerin daha seyrek dillendirildiği, sert nitelikte açıklamaların daha çok AGİT bünyesinde gündeme getirildiği söylenebilir.
Kışın yaklaşmış olması nedeniyle kaygı uyandıran, Rusya’dan Ukrayna’ya doğalgaz sevkiyatı ise AB’nin de katılımıyla sürdürülen üçlü müzakereler sonunda geçici bir çözüme bağlandı.
Ateş-kes ihlallerinin sonu gelmiş değil. Batılı yetkililer Rusya’nın hâlâ çatışma bölgesinde asker bulundurduğunu, eğit-donat faaliyetini sürdürdüğünü söylemekteler. Ukrayna makamları birkaç gün önce Rusya’yı, 32 tank, 16 top ve 20 kamyon mühimmattan oluşan bir konvoyu çatışma bölgesine göndermekle suçladılar.
Rusya Cumhurbaşkanı Putin ise 24 Ekim 2014 tarihinde Soçi’de, Valdai Uluslararası Tartışma Kulübünde yaptığı konuşmada ABD’ni, Batı’yı şiddetle tenkit etti (http://eng.kremlin.ru/transcripts/23137). Rusya’nın Ukrayna politikası, müdahaleleri pek çok haklı eleştiri almaya devam ediyor. Ancak, bunun ötesindeki gözlemlerinin en azından bir bölümü kolaylıkla kenara itilebilecek nitelikte değil.
(Türkiye bakımından ilginç bir nokta, Putin’in bu konuşmasında şöyle bir ifadede bulunmuş olması: “Kilit bir Arap ülkesi olan Mısır’ı kaos ve aşırıların kol gezdiği bir yer olmaktan kurtaran mevcut liderliğin kararlılığı ve aklıselimi olmuştur.” Rusya’nın Sisi yönetimine destek verdiği ve adıgeçenin ilk yurt dışı gezisini Şubat ayında Moskova’ya yaptığı biliniyor. Bu beyan da Rusya ile ters düştüğümüz tek sorunun Suriye olmadığını gösteriyor.)
Gerek Ukrayna halkı gerek uluslararası toplum, Ukrayna’nın Cumhurbaşkanı ve Rada seçimlerini geride bıraktıktan sonra hızla ve kararlılıkla, ekonomik reform, işsizlikle mücadele, siyasetteki kirliliğin temizlenmesi, yolsuzluğun önlenmesi gibi yaşamsal meselelerle eğilmesini bekliyordu. Oysa görünen o ki bunun için gerekli olan göreceli sükûnet ortamı bir türlü sağlanamıyor çünkü Donbass sorunu gündeme egemen olmaya devam ediyor.
Kırım kaybedildi ama yanıtlanması, en azından üzerinde düşünülmesi gereken pek çok soru var:
Donetsk ve Luhanks’ın geleceği ne olacak?
Rusya herhalde bu iki bölgeyi Kırım gibi ilhak etmeyecek. Çünkü bu, hem kendisini sürekli kullandığı “Rus nüfusunun güvenliği” kozundan mahrum eder hem Batı ile ilişkilerini daha da fazla gerecek bir davranış olur.
Putin nasıl bir özerkliği yeterli görür?
Özerkliğin içeriğinde mutabakat sağlanmakta zorlanılırsa, Abhazya/Güney Osetya örneğini burada da uygulamak yoluna gider mi?
Daha da açıkça sormak gerekirse, Ukrayna halkının kendi geleceğini Rusya’dan bağımsız olarak serbestçe belirlemesi için ödemesi gereken bedel nedir?
Böyle bir bedel var mıdır yoksa Putin Rusya’sı Ukrayna’nın kendi gündemine odaklanmasını, geleceğini belirlemesini ilanihaye engelleyecek midir?
Ukrayna halkının Rusya’da daha farklı bir zihniyetin yönetime egemen olmasını beklemekten başka bir seçeneği yok mudur?
Kiev Yönetimi ne söylerse söylesin, Ukrayna’nın NATO üyeliğinin, Batı-Rusya dengesi bugünkü koşullarda devam ettiği sürece gündeme gelemeyeceği açıktır. Bu böyle olduğuna göre, daha ileri bir aşamada, AB üyeliği karşısında NATO’ya katılımı açık uçlu biçimde ertelemek uzun vadeli bir çözüm olabilir mi?
Bunlar kuşkusuz somut biçimde yanıtlanması kolay olmayan sorular. Ancak bu zorluk, geleceğe dönük, hiç değilse yakın hatta orta vadeli genel bir öngörüde bulunmaya engel değil.
Bu bağlamda, Georgetown Üniversitesi profesörlerinden Anatol Lieven’in, 3 Eylül 2014 tarihli The New York Times’da yayınlanan “Ukrayna ve Rusya için Çıkış Yolu” başlıklı yazısında dile getirdiği çözüm formülünü, biraz tekrar pahasına, hatırlamamda yarar olabilir (*).Kendisi şöyle demekteydi:
“Siyasi çözüm ancak Donbass bölgesine özerklik tanınması ile sağlanabilir. Batı, kendisinin başka sorunların çözümü için önerdiği bu formüle karşı çıkmamalı, aksine buna destek vermelidir. Donbass gerçekten kendi kültür ve geleneklerine sahip bir bölge olduğu için böyle bir çözüm tarihin akışına ve yerel gerçeklere de uygun düşer. Böylelikle Ukrayna’nın toprak bütünlüğünü de ilke temelinde korumuş olur. Batı’ya, ülkenin geri kalan bölümünün sürekli bir “doğu sorunu” ile uğraşmak zorunda kalmaksızın güçlenmesine yardımcı olmak imkânını verir. Günün birinde Ukrayna’nın AB’ne katılması gündeme gelirse, Donbass da bunun parçası olmakla kendi yoluna gitmek arasında bir tercih yapar. İkinci tercihe yönelirse kaybeden Donbass olur.
“Bugün, sadece Batı ile bütünleşmiş ya da Rusya’ya toprak kaptırmış bir Ukrayna arasında tercihte bulunmak durumunda değiliz. Askeri gelişmelerin gösterdiği üzere, bunlardan birincisi zaten olanaklı değildir. Seçenekler şunlardır:
- Donbass bölgesine özerklik tanımış, demokrasi yolunda ilerleyen, ekonomik sıkıntılarını yoluna koymuş, Batı yönelimli bir Ukrayna,
- Bütün ilerleme ümitlerini kıracak, yarı donmuş “doğu sorunu” ile malul bir Ukrayna.
“Batılı ülkeler gerekli devlet adamlığını ve cesareti sergileyebildiği takdirde bu felaketten çıkış yolu bellidir.”
Batılılar Ukrayna’ya ilişkin tüm açıklamalarında, Ukrayna’nın bağımsızlığına, egemenliğine ve toprak bütünlüğüne saygı gösterilmesi gereğine değiniyorlar. Benim deneyimlerin, bir ülkenin toprak bütünlüğüne sürekli vurgu yapılmasının pek de iyi bir işaret olmadığını gösteriyor. İşte Kırım ve işte gelecekleri belirsiz Irak ve Suriye…
————————————————————————————————————-
(*) 9 Eylül 2014 tarihli ve “Ukrayna’da Ateş-kes” başlıklı yazım.