12 Ekim 2014
Gündemimizde sadece IŞİD ve Kobani var. Oysa Ukrayna, Batı ile Rusya arasındaki bir numaralı sorun niteliğini korumakta. Dolayısıyla oradaki tabloya da kısaca göz atmakta yarar olabilir.
BM kaynakları, Kiev Yönetimi ile Rusya yanlısı ayrılıkçılar arasında ateş-kesi sağlayan 5 Eylül 2014 tarihli Minsk Protokolünün imzasından bu yana hayatını kaybedenlerin sayısını 331 olarak vermekte. Bunun nedeni, Minsk Protokolüne ve ona ek olarak 19 Eylül’de imzalanmış olan Muhtıraya rağmen bir türlü sonu gelmeyen ateş-kes ihlalleri, özellikle yerleşim merkezlerinin her iki tarafça ateş altına alınması. Bunalımın çıkışından bu yana sivil/asker toplam can kaybının ise, muhafazakar bir tahminle 3660 olduğu bildiriliyor.
Çatışma bölgesinde kamu düzeninin sağlanamamış, kanunsuzluğun, kötü yaşam koşullarının ve karmaşanın sürüyor olması da hayatın gerçeği.
Ukrayna ve Avrupa Parlamentoları, AB-Ukrayna Ortaklık Anlaşmasını 16 Eylül 2014 tarihinde eş zamanlı olarak onayladılar. Cumhurbaşkanı Poroşenko her vesileyle ülkesinin AB üyeliğinde kararlı olduğunu vurgulasa da, bunun yakın bir gelecekte gerçekleşmeyeceğini herkes biliyor. Daha dikkatli söylemlere konu teşkil eden NATO üyeliği ise ufukta dahi görünmüyor.
AB ile Ortaklık Anlaşmasının ekonomik hükümleri ancak 1 Ocak 2016’dan itibaren yürürlüğe girecek. Bunun nedeni Ukrayna’nın, Rusya başta olmak üzere bazı BDT(Bağımsız Devletler Topluluğu) ülkeleri ile arasında bir serbest ticaret anlaşması bulunması. Yaklaşık 15 aylık bu zaman diliminde, Ukrayna’nın bu iki anlaşmadan kaynaklanan taahhütlerine ilişkin tablonun netleştirilmesi için görüşmeler sürecek. O tarihte bu çalışmanın tamamlanarak, Ukrayna’nın AB’ne ekonomik entegrasyon sürecinin başlaması, serbest ticaret bölgesi kapsamında sağladığı ticari kolaylıkların ise sona ermesi öngörülüyor.
Cumhurbaşkanı Putin, 10 Ekim’de Minsk’te düzenlenen Yüksek Avrasya Ekonomik Konseyi toplantısında bu konuda şunları söyledi:
“… AB-Ukrayna Ortaklık Anlaşmasının ekonomik hükümlerinin 1 Ocak 2016’ya kadar ertelenmesi, Gümrük Birliği ülkeleri ekonomilerine ve Ukrayna ile mevcut geleneksel ticari ilişkilerimize ciddi zarar verebilecek hususların ele alınmasına olanak verecektir. Kuşkusuz buna ilişkin görüşmeler kolay olmayacaktır. Bu da bizim, muhataplarımızı, Avrupa ve Avrasya entegrasyon süreçleri arasında bir tercih yapmak yerine, iki projeyi birbirine bağlayan bir tutuma yöneltecek ortak bir yaklaşım belirlememizi gerektirmektedir.”
Minsk toplantısında ayrıca, Ermenistan’ın Avrasya Ekonomik Birliğine katılımını öngören anlaşma imzalandı. Kırgızistan’ın Birliğe katılımı için hazırlanmış olan yol haritası da onaylandı.
Ukrayna Parlamentosu 16 Eylül tarihinde, Donbas olarak bilinen Donetsk ve Luhansk bölgelerine üç yıl süre ile “özel statü”, daha doğrusu özerklik veren bir yasayı da kabul etti. Bu süre zarfında bölgeye tanınacak kalıcı özerklik üzerinde mutabakata varılması öngörülüyor. Bunun ise, en başta Rusya boyutu nedeniyle zor bir uğraş olacağı açık.
Diğer yandan, Rusya’nın Ukrayna’ya kış aylarında doğalgaz sevkiyatını devam ettirmesini öngören bir AB destekli bir anlaşma arayışı da devam ediyor.
Polonya Dışişleri Bakanı 7 Ekim 2014 tarihinde, Rusya’nın Ukrayna konusundaki tavrını değiştirmemesi durumunda yeni yaptırımların gündeme gelebileceğini ifade etti. Bundan iki gün sonra, Rusya Ekonomi Bakanı Rusya’nın yeni karşı yaptırımlar öngörmediğini açıkladı. Moskova’nın karşı yaptırım olarak AB ülkelerine, ABD, Kanada, Norveç ve Avusturalya’ya uyguladığı gıda maddesi ithalatı sınırlamaları ise elan yürürlükte. Mevcut koşullarda Batı’nın yeni yaptırımlara yönelmesi olası görünmüyor.
Batı’nın Rusya’ya karşı uygulamakta olduğu ekonomik yaptırımların belirli bir sermaye kaçışına, borsada belirli bir düşüşe neden olmasına karşın Rusya’nın 460 milyar dolarlık döviz rezervine güvendiği söylenmekte.
Genel bir gözlemde bulunmak gerekirse, Ukrayna’da kırılgan bir ateş-kes sürdürülmekle ve tırmanma olasılığı dışlanamamakla birlikte gerilimin bir parça düştüğünü söylemek mümkün.
Bunun, Kiev yönetiminin çatışmanın yaralarının sarılması, ekonomik durumun düzeltilmesi, yolsuzlukla mücadele, idari reform gibi birçok soruna ivedilikle eğilmesine fırsat vermesi bekleniyor. Kısacası, Ukrayna’nın mümkün olabildiğince kapsamlı bir atılımla yeniden yapılanması gerekiyor.
ABD, AGİT bünyesinde Rusya’ya yönelik eleştirilerini sürdürmekle birlikte iki ülke arasındaki söz düellosunda göreceli bir azalma olduğu söylenebilir.
Ukrayna konusunda suçlamalar daha çok Batı’dan geldiği için Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov’un Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda yapacağı konuşma merakla beklenmekteydi. Lavrov, 27 Eylül 2014 tarihli bu konuşmasında,
• Rusya’nın küresel düzeni ihlal ettiği iddialarını reddetti. Bu iddiaların, NATO’nun Soğuk Savaş dönemi yaklaşımlarını geride bırakamamasından kaynaklandığını belirtti.
• Rusya’nın Kırım’ı uluslararası hukuka aykırı biçimde ilhak etmediğini, buna Kırım halkının karar verdiğini söyledi.
• Kiev’deki yönetim değişikliğini “darbe” olarak nitelendirmeyi sürdürdü.
• Vaşington’un çıkarlarını korumak için her yere müdahale ettiğini, askeri müdahaleyi bir kurala dönüştürdüğünü, müdahalelerin ise hep hüsranla sonuçlandığını vurguladı.
• Batılıların, kendi ülkelerinde demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan hakları gibi değerleri savunurken uluslararası arenada ülkelerin egemen eşitliğini reddeden bir tutum sergilediğini ve herkes adına neyin iyi, neyin kötü olduğuna karar vermek istediğini ifade etti.
• ABD’nin Suriye’deki IŞİD hedeflerine yönelik hava akınlarını Şam yönetimi ile birlikte şekillendirilmesi gerektiğini kaydetti.
ABD’nin şu sırada Orta Doğu sorunlarıyla daha yoğun meşguliyeti, Şansölye Merkel ile Cumhurbaşkanı Putin arasında öteden beri mevcut olduğu bilinen iletişim kanalının şimdi daha çok kullanılmakta olduğu izlenimini veriyor. Ne de olsa Almanya AB’nin “eşitler arasında birinci” ülkesi…
Almanya Devlet Bakanı Michael Roth, 7 Ekim 2014 tarihinde bir güvenlik forumunda yaptığı konuşmada, Rusya’nın Ukrayna bunalımındaki tutum ve davranışlarının uluslararası hukuku ihlal ettiğini, 25 yıldır Avrupa’da egemen olan barış ortamına yönelik bir tehdit oluşturduğunu, Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin güvenlik ihtiyaçlarını arttırdığını söyledi. Rusya’nın askeri güç, gizli operasyonlar, propaganda, dezenformasyon ve Rus azınlıkları kullanılması gibi unsurlardan oluşan ve NATO tarafından “hibrid savaş” olarak adlandırılan bir yöntem kullandığını, NATO ve AB’nin buna verilecek ortak tepki üzerinde çalıştıklarını belirtti. Her şeye rağmen, Rusya’nın Avrupa’nın komşusu olduğunu, uluslararası hukuka saygı esası üzerinde sürdürülecek bir ortaklığın stratejik değerini koruduğunu kaydetti.
Michael Roth’un konuşmasının ilginç bir yönü, diyalog daha zorlaşmış olmakla birlikte, Rusya’nın İran ve Afganistan konularında işbirliğini sürdürmekte olduğuna değinmesiydi.
Irak ve Suriye’deki gelişmelerin ve özellikle IŞİD tehdidinin ABD ile Rusya arasında görüşülmediğini düşünmek olanaksız. Rusya’nın, Suriye’de IŞİD’e karşı sürdürdüğü hava akınlarına tepkisi de son derece ölçülü ve Suriye konusundaki bir ilke tutumunu yansıtmaktan ibaret. Bakalım IŞİD’den kaynaklanan ortak tehdit Ukrayna’da bozulan dengenin düzeltilmesine katkı sağlayabilecek mi?
Ukrayna’da Görünüm
Bir Cevap Yazın