9 Eylül 2014
Küresel gündemde son zamanda öne çıkan kavram “ateş-kes”; Gazze’de ateş-kes, Ukrayna’da ateş-kes. Çünkü ateş-kesler siyasi çözüm arayışları için daha müsait bir zemin oluşturuyor; hele hele askeri çözümlerle bir yere varmak olanağı yoksa. Ancak elbette ateş-kesten hareketle bir çözüme ulaşabilmek için karşılıklı siyasi irade olması lazım. Yoksa, kısa veya uzun fasılalardan sonra bir çatışma/ateş-kes sarmalına girilebiliyor. Ateşin daha uzunca bir süre kesilmeyeceği yerler ise maalesef sınır komşularımız Irak ve Suriye.
Ukrayna’da, 2600 kişinin yaşamını yitirmesinden, bir milyona yakın kişinin de evlerini terk etmesinden sonra, 5 Eylül 2014 tarihinde saat 18:00 itibariyle ateş-kes sağlandı. Bu noktaya biraz karışık bir yoldan varılabildi.
Önce, Cumhurbaşkanı Putin ziyaret etmekte olduğu Moğolistan’da, “oraya giderken, uçakta bizzat yazdığını” söylediği yedi maddelik bir ateş-kes planı elindeki küçük bloknottaki notlara bakarak açıkladı. Bunu böyle yaparak belki de bir mesaj vermek istedi. Onun bu açıklamasından sonra Ukrayna Cumhurbaşkanı Poroşenko, Putin’le “ateş-kes üzerinde mutabık kaldıklarını” duyurdu. Daha sonra da bunu düzelterek, Putin’le “ateş-kese onay verdikleri” şeklinde bir ikinci açıklamada bulundu. Bu ikinci açıklamayı da herhalde Rus tarafının birincisine tepkisi üzerine yaptı çünkü Rusya’nın ısrarla vurgulamakta olduğu husus, kendisinin bu anlaşmazlığın tarafı olmadığı, bunun Ukrayna’nın bir iç meselesi olduğudur.
Kanımca bu bağlamda dikkat çeken bir başka nokta, 5 Eylül 2014 tarihli ateş-kes protokolünün imzası vesilesiyle Minsk’te verilen görüntüdür. Bu tabloda beş kişi var: Ukrayna’yı eski Cumhurbaşkanı Leonid Kuchma, Donetsk ve Lugansk kentlerinin ayrılıkçı liderleri Alexandre Zaharçenko ile Igor Plotnisky, Rusya’nın Kiev Büyükelçisi Mikhail Zurabov ve AGİT Temsilcisi Heidi Tagliavini. Bunun anlamı, Kiev Yönetiminin bugüne kadar “Rusya destekli ayrılıkçılar”, “teröristler” olarak nitelendirdiği kişilerle bu anlaşmayı yapmak zorunda kalmış olduğudur. Çünkü ayrılıkçılar son iki hafta içerinde başlattıkları Rusya destekli karşı saldırı ve Mariupol yakınında açtıkları üçüncü cepheyle, önce Ukrayna kuvvetlerinin arazideki göreceli üstünlüğünü kırmayı, onları geri püskürtmeyi başarmışlardır.
Bu gelişme, herkesin üzerinde mutabık kaldığı şu temel gerçeği teyit etmiştir: Ukrayna sorununun askeri yöntemlerle çözümü olanaksızdır; siyasi çözüm şarttır.
Cumhurbaşkanı Putin’in yedi maddelik ateş-kes planı ile Minsk’te üzerinde mutabık kalınan ateş-kes protokolü arasındaki benzerliklerin/farklılıkların ayrıntısına girmeksizin yapabileceğim gözlem, birincisinin kapsamının biraz daha sınırlı olduğu ve ayrılıkçıları kolladığıdır. İkincisi zor da olsa bir uzlaşmanın ürünüdür.
Reuters Haber Ajansı tarafından yayınlandığı şekliyle, on iki maddelik Minsk protokolü şu unsurları içermektedir:
• Derhal ateş-kese gidilmesi,
• AGİT’in ateş-kesin uygulanmasını denetlemesi,
• Siyasi gücün, ademi merkeziyetçi bir yaklaşımla ve “özel bir yasa” ile paylaşılması; Donetsk ve Lugansk bölgelerinde geçici özyönetimlere izin verilmesi,
• AGİT’in Rusya-Ukrayna sınırını sürekli ve aktif biçimde denetlemesi; bunun yanında sınır bölgelerinde güvenlikli alan tesis etmesi,
• Bütün mahkumların ve yasal olmayan biçimde tutuklanmış kişilerin serbest bırakılması,
• Kişilerin, Donetsk ve Luganks bölgelerinde cereyan etmiş belirli olaylar nedeniyle tutuklanmalarını ve cezalandırılmalarını önleyen bir yasa çıkarılması,
• Kapsamlı ulusal diyalogun sürdürülmesi,
• Donbass’daki (Donetsk ve Lugansk) insani durumun düzeltilmesi için önlem alınması,
• Donetsk ve Lugansk’da hızla yerel seçim düzenlenmesi,
• Yasadışı silahlı grupların, askeri malzemenin, ve bütün savaşçıların ve paralı askerlerin Ukrayna topraklarından çıkarılması,
• Donbass için bir ekonomik program hazırlanması ve bölgede ekonomik faaliyetin canlandırılması,
• Danışmalara katılan kişilerin şahsi güvenliklerinin sağlanması.
Ateş-kes mutabakatını takiben herkes bu konuda memnuniyet ifade etti. Ancak iki gün sonra ihlaller ve karşılıklı ithamlar başladı.
Bu arada, NATO Zirvesi sonunda yayınlanan deklarasyonda Ukrayna ile güvenlik ve savunma sektörlerindeki işbirliğinin arttırılacağına ilişkin ifadeler, Batılıların Zirve vesilesiyle Ukrayna konusunda dile getirdiği görüşler, hızla yalanlanmış olmakla birlikte bazı NATO ülkelerinin Ukrayna’ya silah yardımı yaptığına ilişkin haberler, AB’nin Rusya’ya karşı “beklentiler karşılandığı takdirde yürürlükten kaldırılacağı ifade edilen” yeni yaptırımlara yönelmesi Moskova’nın tepkisine neden oldu. Rusya NATO’yu Ukrayna sorununu çıkmaza sürüklemekle suçladı. AB yaptırımlarını karşılıksız bırakmayacağını açıkladı. Bu bağlamda, Rusya hava sahasının, Batılı hava yolu şirketlerinin Rusya üzerinden Uzak Doğu’ya yaptıkları seferlere kapatılabileceği tehdidini seslendirdi.
Böylesine karmaşık, devletler yanında devlet-dışı aktörlerin faal olduğu bir sorunda varılacak bir ateş-kes anlaşmasının pürüzsüz yürüyeceğini düşünmek aşırı iyimserlik olur. Önemli olan buna, başlangıçta koltuk değneğiyle de olsa, kalıcılık kazandırabilmek, siyasi çözüm için bir fırsat penceresi açabilmektir.
Çünkü müzakeresi çok daha zor geçecek olan, ayrılıkçı bölgelere tanınacak olan statüdür. Hatırlanacağı üzere Cumhurbaşkanı Putin, 31 Ağustos’ta Rus televizyonuna yaptığı açıklamada, AB’nin yeni yaptırım tehdidini “Kiev’deki darbeye destek” olarak yorumlamıştı. Batı’nın Rusya’nın Ukrayna’daki gelişmelere tepkisini öngörmüş olması gerektiğini söylemişti, Doğu Ukrayna’ya “statehood” verilmesi için derhal müzakerelere başlanmasını önermişti. Kışın yaklaşmakta olduğunu, doğalgaz altyapısında gerekli bakım ve onarım çalışmalarının başlaması gerektiğine değinmeyi de ihmal etmemişti. Bunu, üstü kapalı bir tehdit olarak yorumlayanlar var.
Putin’in kullandığı “statehood” kelimesinin karşılığı “devlet olmak” ya da “bir devletin eyaleti olmak”. Esas sorun da Putin’in bunlardan hangisini kastettiği, ya da ikisi arasında birincisine ne kadar daha yakın bir siyasi düzenlemeyi öngördüğü.
Georgetown Üniversitesi profesörlerinden Anatol Lieven, 3 Eylül 2014 tarihli The New York Times’da yayınlanan “Ukrayna ve Rusya için Çıkış Yolu” (*) başlıklı yazısında özetle şu görüşleri dile getirmekte:
“Siyasi çözüm ancak Donbass bölgesine özerklik tanınması ile sağlanabilir. Batı, kendisinin başka sorunların çözümü için önerdiği bu formüle karşı çıkmamalı, aksine buna destek vermelidir. Donbass gerçekten kendi kültür ve geleneklerine sahip bir bölge olduğu için böyle bir çözüm tarihin akışına ve yerel gerçeklere de uygun düşer. Böylelikle Ukrayna’nın toprak bütünlüğünü de ilke temelinde korumuş olur. Batı’ya, ülkenin geri kalan bölümünün sürekli bir “doğu sorunu” ile uğraşmak zorunda kalmaksızın güçlenmesine yardımcı olmak imkanını verir. Günün birinde Ukrayna’nın AB’ne katılması gündeme gelirse, Donbass da bunun parçası olmakla kendi yoluna gitmek arasında bir tercih yapar. İkinci tercihe yönelirse kaybeden Donbass olur.
“Bugün, sadece Batı ile bütünleşmiş ya da Rusya’ya toprak kaptırmış bir Ukrayna arasında tercihte bulunmak durumunda değiliz. Askeri gelişmelerin gösterdiği üzere, bunlardan birincisi zaten olanaklı değildir. Seçenekler şunlardır:
• Donbass bölgesine özerklik tanımış, demokrasi yolunda ilerleyen, ekonomik sıkıntılarını yoluna koymuş, Batı yönelimli bir Ukrayna,
• Bütün ilerleme ümitlerini kıracak, yarı donmuş bir “doğu sorunu” ile malul bir Ukrayna.
“ Batılı ülkeler gerekli devlet adamlığını ve cesareti sergileyebildiği takdirde bu felaketten çıkış yolu bellidir.”
Ukrayna bunalımı sürüyor.
ABD Savunma Bakanı Hagel 7 Eylül’de Gürcistan’ı ziyaret etti.
Hatırlanacağı üzere, NATO’nun Nisan 2008 Bükreş Zirvesinde Gürcistan’ın İttifak’a üye olabileceğine karar verilmişti. Ağustos 2008’deki Rusya-Gürcistan savaşında Abhazya ve Güney Osetya Rus kontrolüne geçti ve daha sonra da bağımsızlıklarını ilan etti.
Galler Zirvesinde, gerçekleştirdiği reformların, kaydettiği ilerlemenin Gürcistan’ı NATO üyeliğine biraz daha yaklaştırdığı kaydedildi.
Hagel Tiflis’te, Rusya’nın Ukrayna’ya ilişkin tutumunu kuvvetle eleştirdi. Rusya’nın Gürcistan’daki (Abhazya ve Güney Osetya) kuvvetlerini geri çekmesi gerektiğini tekrarladı.
İskoçya 18 Eylül 2014 tarihinde bir bağımsızlık referandumu düzenliyor.
——————————————————————————————————————————————
(*) Anatol Lieven, “A Way Out for Ukraine and Russia”, The New York Times, Sept.3, 2014.