30 Temmuz 2014
Malezya Hava Yollarına ait MH17 sefer sayılı uçağın 17 Temmuz günü 298 yolcusu ve mürettebatı ile Ukrayna üzerinde düşürülmesinden bu yana 13 gün geçti. Bu süre zarfında herkes olayın tarafsız bir uluslararası incelemeyle süratle aydınlatılması gerektiği yolunda görüş belirtti. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK), oybirliği ile kabul edilen 21 Temmuz 2014 tarihli ve 2166 sayılı kararıyla bu görüşleri ortak iradeye dönüştürmeye çalıştı. “… çalıştı” diyorum zira oybirliğine rağmen gelişmelerin ortaya koyduğu gerçek şu: koro aynı nakaratı tekrarlamayı sürdürse de sololar farklı. Herkes “kapsamlı, eksiksiz ve bağımsız bir uluslararası inceleme istiyor ama…”
MH17’den sonra, Rusya yanlısı ayrılıkçıların kontrolü altındaki bölge üzerinde iki Ukrayna askeri uçağı daha düşürüldü. Ayrılıkçılar ile Ukrayna güvenlik kuvvetleri arasında şiddetli çatışmalar kesintisiz sürüyor. Bugüne kadar bütün yapılabilen, uçağın uçuş kayıtlarını içeren kara kutu ile olayda yaşamlarını yitirenlerin bir bölümünün naaşlarının ayrılıkçılar tarafından ülkelerine teslim edilmesi. Ne var ki bunun kapsamı ve yapılış biçimi de kimseyi tatmin etmiş değil. Avusturalya ve Hollanda’nın, uçak enkazının yayıldığı bölgeyi oraya gönderecekleri güvenlik güçleriyle denetim altına almaya, incelemelerde bulunmaya yönelik çabaları, AGİT’in aynı yöndeki girişimleri de çatışmalar nedeniyle henüz sonuç vermiş değil.
AB, uzun süre Rusya’ya uygulanacak yaptırımlar konusunda ABD’nin istediği çizgiyi tutturamamıştı. Bunun güçlükleri vardı. AB üç büyükleri Almanya enerji, İngiltere finans alanındaki işbirliği, Fransa ise askeri mukaveleler nedeniyle Rusya’ya karşı net tavır almakta sıkıntı yaşadılar. Ancak Rusya’nın tutumu ve ABD’nin baskısı AB’ni bu konuda ileri bir adım atmaya zorladı.
29 Temmuz 2014 tarihinde AB Rusya’ya uygulayacağı yeni yaptırımları açıkladı. Buna göre, Rus devlet bankalarının AB sermaye piyasasına erişimleri kısıtlandı. Rusya ile silah ticaretine ambargo konuldu. Çift amaçlı (sivil/askeri) olarak kullanılabilecek malzemenin Rusya’ya ihracı izne bağlandı. Ancak bütün bu önlemler yeni sözleşmeler için geçerli olacak.
AB yaptırımları bağlamında, askeri işbirliğine ilişkin olduğu için bugüne kadar üzerinde en fazla durulan, Fransa’nın St.Nazaire limanında Rusya için inşa edilen Mistral sınıfı iki helikopter gemisi idi. 200 Metre boyundaki bu gemiler 16 helikopter çok sayıda askeri araç ve 450 personel taşıyabiliyor. Bunlardan birincisi denize indirildi ve deneme seyirleri yapılıyor. Ekim ayında Rus tarafına teslim edilmesi bekleniyor. 400 Rus donanma personeli Haziran sonunda bir aylık eğitim için St.Nazaire’e gönderildi. İkinci geminin ise 2015’de teslimi planlanmış durumda. 1.2 miyar Euro (1.6 milyar dolar) değerindeki bu askeri mukavele ekonomik krizden çıkmaya çalışan Fransa ve özellikle gemi inşa sektörü için önemli. Mukavelede iki adet Mistral’in de daha sonra St.Petersburg’da inşası öngörülüyor.
Fransa ve Rusya arasında 2011’de imzalanmış Mistral sözleşmesi, bir NATO ülkesinin Moskova ile imzaladığı en önemli askeri mukavele niteliğinde. Son haftalarda, Sarkozy döneminde imzalanmış olan mukavelenin iptali için Fransa’ya yönelik çağrı ve ikna gayretleri vardı ancak Cumhurbaşkanı Hollande bunlara karşı çıkıyordu. Financial Times gazetesinin bildirdiğine göre, Fransa Dışişleri Bakanı Laurent Fabius da mukavelenin feshini isteyenlerin kendilerinin de benzer adımlar atmaya hazır olması gerektiğini, “Rus oligarkların Londra’daki hesaplarına” atıfta bulunarak dile getirmişti. Bu da, Rusya’ya karşı yaptırım konusunun Avrupa ülkeleri arasında görüş ayrılıklarına yol açma potansiyelini içerdiği şeklinde yorumlanıyordu.
AB tarafından dün açıklanan yaptırımların “yeni sözleşmeleri kapsayacak” olması Mistral sorununu ortadan kaldırmış oluyor. Fransa bu gemileri mukaveleye uygun şekilde Rusya’ya teslim edecek.
Mistrallerle ilgili ilginç bir nokta da şu: bu gemilerden ilkinin ismi Vladivostok, ikincisininki ise Sivastopol. Bu ikinci isim herhalde Kırım’ın Rusya tarafından ilhakını tanımayanlara Moskova’nın yeni bir yanıtı.
AB yaptırımları açıklandıktan saatler sonra Başkan Obama ABD yaptırımlarının kapsamının daha da genişletildiğini açıkladı.
Böylelikle ABD ve AB, uzunca bir bocalama döneminden sonra, Rusya’ya karşı yaptırımlar konusunda Vaşington’un biraz daha önde olduğu ortak bir tutuma gelmiş oluyorlar.
ABD ve AB yeni yaptırımlarının Rusya’yı ve özellikle Cumhurbaşkanı Putin’i tutum değişikliğine zorlaması ise güç görünüyor. Obama yönetimi bunun idraki içerisinde yaptırımların birinci tercihi olmadığını, soruna siyasi/diplomatik bir çözümü tercih ettiğini, bunun da ancak Moskova’nın gerilimin düşürülmesine yardımcı olmasıyla sağlanabileceğini ısrarla dile getiriyor. Bunun da Putin’in elinde olduğunu vurgulamaktan çekinmiyor.
Moskova bugüne kadar bir tutum değişikliğine gitmek niyetinde olduğunu gösterecek bir davranış sergilemiş değil. ABD Savunma Bakanlığına göre Ukrayna’daki ayrılıkçılara askeri desteğini sürdürüyor; sınırdaki askeri mevcudiyetini yeniden ağır silahlarla takviye ediyor. Ukrayna makamları son günlerde Rus topraklarından Ukrayna güçlerine topçu ateşi açıldığını, füze atıldığını söylüyordu. ABD Dışişleri Bakanı Kerry de bunu teyid etti.
Bütün bunlara bakarak, çok genel çizgilerle şöyle düşünmek mümkün: Batı için Soğuk Savaş Sovyetler Birliği’nin çöküşüyle sona erdi. ABD’ni rakipsiz bir numaralı küresel güç konumuna taşıdı. Büyük Avrupa ülkeleri yeni güvenlik ortamını Rusya ile ekonomik işbirliğini karşılıklı bağımlılığa uzanan bir çizgide geliştirmek için bir fırsat olarak gördüler. 11 Eylül saldırılarını izleyen Afganistan ve Irak müdahaleleri ABD’nin siyasi/askeri/ekonomik konumunda erozyona ve “küresel moral liderliği” yitirmesine neden oldu. “Sürekli savaş durumu” içerde de yorgunluk yarattı. Arap baharının ilk aşırı iyimser beklentileri boşa çıkarması ABD için yeni sıkıntı ve ikilemlere yol açtı. ABD, İngiltere ve Fransa ile birlikte Libya’ya müdahale etti; farklı dinamikleri olan Suriye iç savaşına ise iniş-çıkışlı bir biçimde ve daha mesafeli yaklaştı. Bugün Afganistan’ın geleceği güven vermekten uzak. Irak ve Suriye’nin parçalanması gündemde. Libya çok tehlikeli bir iç çatışma döneminden geçmekte. Körfez bölgesinin sakin görünen suları altındaki akıntılar henüz yüzeye çıkmış değil. ABD, Arap-İsrail barışını sağlama girişimlerinde beklediğini bulamadı. Gazze’deki gelişmeler de Vaşington’u fazlasıyla zorluyor.
Bütün bu nedenlerle Başkan Obama’nın dış politikasına yönelik eleştiriler yükselişte. Oysa, Andrew J.Bacevich’in “Washington Rules”(Vaşington Kuralları) başlıklı kitabında dile getirdiği üzere, hiçbir başkan seçimi sonrasında Beyaz Saray’daki ofisine geldiğinde önünde temiz bir masa bulamaz. Aksine, çoğu zaman sorunlu ve göz ardı edilmesi olanaksız bir miras devralır. Dolayısıyla, Başkan Obama’nın selefinin mirası yanında Ukrayna krizi ve İsrail-Hamas çatışması ile de uğraşmak durumunda kaldığını söylemek mümkün.
Aslında Obama’nın bütün çabası ABD’nin öz çıkarlarını ve buna bağlı olarak dış politikasını yeniden tanımlamaya yönelik. Kendisi bunu, daha önceki yazılarımda değindiğim bir dizi konuşmayla, özellikle Orta Doğu bağlamında ortaya da koydu. Ancak bu “reset”in veya dönüşümün böylesine çalkantılı bir döneme rastlaması Başkanı zorluyor.
Rusya ise Cumhurbaşkanı Putin’le Sovyetler Birliği’nin çöküş dönemini geride bıraktı. Demokratikleşme yönünde mesafe alamasa da birçok açıdan kendisini toparladı. Önemli bazı yapısal sorunlarını aşamamış olsa da ekonomisini güçlendirdi. Eski Sovyet coğrafyasına giderek daha fazla ağırlık koymaya başladı. Bunun için iki yöntem izledi. Birincisi, siyasi/ekonomik entegrasyon projeleriyle Sovyetler Birliği ardılı bağımsız ülkeleri Moskova merkezli yeni bir bütünleşmeye zorlamaya başladı. İkincisi, Gürcistan ve Ukrayna örneklerinde görüldüğü üzere askeri güce başvurdu.
Rusya, Ukrayna’da bu iki yöntemi birlikte kullanıyor. En azından Ukrayna’nın Doğu-Batı arasında bir yerdeki konumunu sürdürmesini istiyor. AB ile yakınlaşmanın uzun vadede bunu tehlikeye düşürebileceği kuşkusundan hareketle, Kırım’ın ilhakıyla yetinmeyip ayrılıkçı harekete destek veriyor. ABD’nin küresel gündeminin yoğun olduğunu, Ukrayna sorununu aşmak için askeri müdahale seçeneğinin asla masaya gelemeyeceğini, AB ülkelerinin ise kendisiyle köprüleri atamayacağını bildiği için de telaşa kapılmıyor.
Cumhurbaşkanı Putin, 22 Temmuz 2014 tarihinde Rusya Güvenlik Konseyi toplantısını açarken yaptığı konuşmada özetle şunları dile getirdi:
“Egemenlik ve toprak bütünlüğü bizim için temel değerlerdir… Bize bu konuda yönelmiş askeri bir tehdit yok. Esas itibariyle dünyadaki stratejik kuvvet dengesi bunun teminatıdır… Biz uluslararası hukuka ve ortaklarımıza karşı üstlendiğimiz taahhütlere saygılıyız. Diğer ülkelerden, ülkelerin oluşturdukları birliklerden ve askeri-siyasi ittifaklardan da aynı davranışı beklemekteyiz… Ancak bugünlerde sık sık ültimatomlardan, yaptırımlardan söz ediliyor. Devlet egemenliği zayıflatılmaya çalışılıyor. Beğenilmeyen rejimler, bağımsız bir siyaset izleyen ülkeler veya sadece birinin çıkarlarını engelleyenler istikrarsızlaştırılmakta. Bunun için kullanılan araç da sözde “renkli devrimler”. Daha açık bir deyişle, dışardan kurgulanan ve finanse edilen iktidar değişiklikleri… Bunların odağında ise iç sorunlar var. Her ülkenin iç sorunu olabilir ancak bu bir ülkenin istikrarsızlaştırılması ve dağıtılması için haklı bir neden olamaz. Bu tür girişimler için kullanılanlar birçok Sovyet ardılı ülkede ve şimdi de Ukrayna’da görüldüğü üzere, radikal, milliyetçi, çoğunlukla neo-faşist güçler oldu… Ukrayna’da birileri silah gücüyle ve yasadışı yollarla iktidara geldiler. Evet, daha sonra seçimler yapıldı ama ilginç bir biçimde başa gelenler yine bu iktidar değişikliğini finanse edenler veya gerçekleştirenler. Bu arada, müzakereyle bir çözüm aramak yerine nüfusun bu gelişmeleri onaylamayan bir kesimini sindirmeye çalışıyorlar… Donetsk semalarında yaşanan trajedi (MH17) için ölenlerin ailelerine taziyelerimizi sunuyoruz. Rusya bu konuda kapsamlı ve şeffaf bir inceleme için elindeki tüm olanakları kullanacaktır. Dün bölgedeki milisler uçağın kara kutusunu teslim ederken Ukrayna kuvvetleri Donetsk’e bir tank saldırısı düzenlediler. Kiev yönetimine bir incelemeye olanak verecek bir ateş-kes uygulaması için çağrıda bulunuyoruz. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin dün kabul ettiği karara da (2166) bu anlayışla destek verdik… Başka senaryoları kabul etmeyeceğiz… İç çatışmalarla malul zayıf ülkeler için geçerli olabilecek yaklaşımlar Rusya’da uygulanamaz. Rus halkı buna izin vermez… Bizi uluslararası sorunların çözümünde belirli bir tutuma zorlamak amacıyla sosyal ve ekonomik durumumuzu istikrarsızlaştırma, Rusya’yı şu veya bu şekilde zayıflatma teşebbüsleri devam ediyor ve edecek. Bunun için ileri bilgi/iletişim mekanizmaları ve kukla hükümet-dışı kuruluşlar kullanılıyor. Bazılarının demokrasi anlayışı bu…”
Putin bu konuşmasının geri kalan bölümünde de Rusya’nın güçlü olması bakımından gerekli gördüğü noktalara değindi.
Rusya Cumhurbaşkanı, 28 Temmuz’da da, Rusya’nın savunma sanayii için dışardan ithal edilmekte olan kalemlerin azaltılarak bunların yerine Rus yapımı ürünlerin ikame edilmesini sağlamaya yönelik çabalara ilişkin bir toplantıya başkanlık etti. Bu da, Batı’nın savunma sektöründe uygulayabileceği yaptırımlara verilmiş erken bir yanıt olarak görülmeli.
Kremlin, Cumhurbaşkanı Putin’in bugün de Bakanlar Kurulu ile bir araya geleceğini duyurdu. Rusya’nın Batı’nın yeni yaptırımlarına ilk tepkisi bu toplantıdan sonra açıklanabilir.
Bu genel tabloya bakıldığında, MH17’nin düşürülmesi olayının, herkesin istediğini söylediği biçimde kapsamlı, eksiksiz ve bağımsız bir uluslararası incelemeye konu teşkil etmesi olanaklı görünmüyor. Zamana yayılan bir uluslararası inceleme ise en fazla uçağın bir füze ile düşürüldüğünü ortaya koyabilir ve bu durumda taraflar füzenin kimin tarafından atıldığına ilişkin karşılıklı iddialarını sürdürürler.
Kuşkusuz Ukrayna sorunu sadece MH17’den ibaret değil. Kiev yönetimi ile ayrılıkçılar arasındaki çatışmaların sona erdirilmesi ve Ukrayna’nın çok ciddi siyasi/ekonomik sorunlarına eğilebilmesi gerekiyor. Şu aşamada görünen, buna uzunca bir süre fırsat tanınmayacağı.
Ukrayna bunalımının yol açtığı tırmanmanın işaretlerine yukarı da değindim. Bunlara eklenmesi gereken son bir gelişme de Vaşington’un Rusya’nın, 8 Aralık 1987 tarihinde Gorbaçev ile Reagan arasında imza edilmiş olan “Orta Menzilli Füzelerin Tasfiyesi Antlaşması”nı ihlal etmiş olduğu ve keyfiyetin Başkan Obama tarafından bir mektupla Cumhurbaşkanı Putin’e iletildiği.
Uluslararası gündemin üst sırasındaki sorunlar (Ukrayna, Gazze, Suriye, Irak, Libya, Afganistan), ABD’nin belirli sorumlulukları saklı kalmak koşuluyla, sadece ABD’nin meseleleri değil. Neredeyse her gün bir başka kriz mahallinde gördüğümüz ABD Dışişleri Bakanı Kerry’nin diplomasi trafiği ise adeta böyle bir izlenim yaratıyor. Oysa, bütün bu sorunların daha kötüye gitmesinden, değişik biçimlerde de olsa, herkesin nasibini alacağı açık. Bugün değişik başkentlerde yapılmakta olan ve şimdilik uzlaşı ve işbirliğini ön plana çıkarmayan hesapların doğruluğunu/yanlışlığını, kimilerinin öngördüğü şekilde yeni bir soğuk savaşın veya “ sühunet düşüşünün” kapıda olup olmadığını zaman gösterecek. Bugün itibariyle gelişmeler daha çok karamsarlık ilham ediyor…
Ukrayna Gerilimi Tırmanıyor
Bir Cevap Yazın