Orta Doğu Barış Sürecinde Gündem

16 Şubat 2014

ABD’nin çabasıyla başlatılan İsrail-Filistin görüşmelerinin amacı, kalıcı bir çözüme ilişkin ayrıntılı müzakerelere zemin teşkil edecek ilkeleri içeren bir çerçeve üzerinde mutabakat sağlanması olarak açıklanmıştı. Daha doğrusu, ABD böyle bir çerçeve anlaşmayı oluşturup taraflara sunacaktı.  Dokuz ay içerisinde de neticeye varılması öngörülmüştü. Oysa şimdi bunun “yapay bir zaman dilimi” olduğu, daha fazla zamana ihtiyaç bulunduğu ifade edilmekte. Uzun süre gizliliği korunan görüşmelerden basına sızmalar olmakta. Liderler sorunun belirli veçhelerine dair görüşlerini giderek daha kuvvetli ama süreci kesintiye uğratmayacak ifadelerle dile getirmekte. ABD’nin ve özellikle Dışişleri Bakanı Kerry’nin ağırlığını koyduğu bu sürecin de çıkmaza girmesinin olası olumsuz sonuçları vurgulanmakta. Başbakan Netanyahu’nun 3 Mart’ta Vaşington’u ziyaret edeceği açıklandı. Dolayısıyla, önümüzdeki günlerde giderek daha fazla dikkat çekecek görüşme sürecinde ele alınan başlıca hususları kısaca hatırlamakta yarar olabilir.

Toprak:

1967 Arap-İsrail savaşı sonrasında kabul edilen 22 Kasım 1967 tarihli ve 242 sayılı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) Kararı, İsrail’in savaşta işgal ettiği topraklardan çekilmesini ve bölgedeki tüm ülkelerin egemenlik, toprak bütünlüğü ve siyasi bağımsızlığına saygı temelinde, güvenli ve tanınmış sınırlar içerisinde yaşamalarını öngörmektedir. Bu Karar, “toprak karşılığı barış” olarak da tanımlanmıştır. 242 Sayılı Kararda “çekilme” ile kastedilen, 1948 Arap-İsrail savaşı sonrasında İsrail ile Arap komşuları arasında varılan ateş-kes ile belirlenmiş olan “yeşil hat”tın gerisine çekilmektir. İsrail 1967 savaşında Batı Yakasını, Gazze ve Doğu Kudüs’ü işgal etmişti. 2005’te Gazze’den çekildi. Dolayısıyla şimdi söz konusu olan Batı yakası ve Doğu Kudüs’tür. Kudüs başlı başına bir sorun. Batı Yakası denildiğinde de karşılaşılan mesele, İsrail’in tüm uluslararası muhalefete karşın burada inşa etmiş olduğu yerleşim birimleri (settlements). Üzerinde genel bir anlayış birliği bulunduğu söylenebilecek olan, İsrail’in bu yerleşim birimlerinden bir kısmını muhafaza edeceği ve bunun karşılığında bir miktar İsrail toprağını Filistinlilere bırakacağı. Sorun ise hangi yerleşim birimlerinin muhafaza edileceği ve “toprak değişimi” olarak adlandırılan bu “al-ver”in boyutu. Önemli olan bunu makul ve hakça bir düzeyde gerçekleştirilebilmesi.

Güvenlik:

Güvenlik düzenlemeleri İsrail’in önceliğidir. Basına sızan bilgilerden, İsrail’in uzunca bir süre Batı yakasında İsrail Savunma Kuvvetlerine mensup birlikleri tutmak istediği anlaşılmakta. Filistin lideri Mahmud Abbas ise burada bir ABD öncülüğünde NATO gücü konuşlandırılabileceğini, esasen kendilerinin iç güvenlikten sorumlu bir polis gücü dışında silahsızlanacaklarını, İsrail’in Batı yakasında makul bir zaman dilimi ötesinde yıllarca kalmasını kabul edemeyeceklerini söylüyor. İsrail ise uluslararası barış güçlerine olumlu bakmıyor.

Kudüs:

İsrail için Kudüs “ebedi ve bölünmez başkent”. Filistinliler ise Doğu Kudüs’ün kendi başkentleri de olmasını istiyorlar. Uluslararası düzeyde Kudüs’ün her iki tarafın başkenti olması gerektiği hususunda görüş birliği var. Bunun yanında kutsal yerlerin yönetimi, egemenlik gibi konular mevcut. Tarafların kendi kutsal yerlerini yönetmeleri sorun olmasa da, Kudüs’te egemenlik tanımı farklı bir konu. Binlerce yıllık bir tarihin mirası, kutsal yerlere verilen önem, kemikleşmiş tutumlar,  meselenin duygusal boyutları işi kolaylaştırmamakta.

Tanıma:

Başbakan Netanyahu İsrail’in bir “Yahudi devleti” veya “Yahudilerin ulus-devleti” olarak tanınmasını istiyor ve bunu bir ön şart olarak ileri sürüyor. Filistinliler ise başkalarının, örneğin Mısır veya Ürdün’ün İsrail’i böyle tanımadığını, bunda ısrarcı olmanın anlamsızlığını vurguluyor. Kimileri, İsrail Başbakanının konuya İsrail sınırları içerisinde bugün yaşamakta olan Arap nüfus ve özellikle Filistin mültecilerinin “dönüş hakkı” açısından yaklaştığını, İsrail’in “Yahudilerin yurdu” olarak tanımlanması halinde geri dönüşün olanaksız hale geleceğini düşünüyor. Meselenin bir başka boyutu da bu toprakların binlerce yıl önceki ilk sahiplerinin kimler olduğu. Çünkü bu, daha sonraki bütün siyasi/ekonomik/sosyal gelişmeleri, kısaca bölge tarihini kendi açısından anlatmak bakımından bir hareket noktası oluşturuyor.  Kimse “ötekinin tarih söyleminikabul edemiyor. Bu sorunun, “Cenevre Girişimi” (*) olarak adlandırılan ve sonucu 1 Aralık 2003 tarihinde açıklanan çalışmada değinilen formülle aşılabileceğini düşünenler mevcut. Cenevre Girişimi’nin beş yıllık bir çaba sonucu ortaya çıkardığı “Filistin-İsrail Barış Anlaşması Taslağı”nda bu noktada şöyle denilmekteydi: “Taraflar, Filistin ve İsrail’i  halklarının anayurdu olarak tanırlar. (”The Parties recognize Palestine and Israel as the homelands of their respective peoples.”)İsrail basınında, bu konunun üçüncü taraflarca anlaşılmasının zorluğuna değinen yazılar çıktığına da değineyim.

Mülteciler:

Filistin tarafının görüşü, 1948 savaşında evlerini terk etmek zorunda kalan Filistinlilerin eski yurtlarına geri dönebilmeleri gerektiği. İsrail ise “dönüş”ü kabul edemeyeceğini, bunun İsrail’in Yahudi niteliğini değiştireceğini söylemekte.  Kayıtlı Filistinli mülteci sayısının yaklaşık beş milyon olduğu dikkate alınacak olursa burada fazla bir manevra alanı bulunması gerçekçi görünmüyor. Mültecilerin yaşadıkları sıkıntıları telafi edici formüller aranıyor. İsrail’de, milyonlarca Filistinli mültecinin Batı yakasına gelmesinin dahi güvenlik sorununu yaratacağını düşünen çevreler mevcut. Şu aşamada Batı yakasındaki İsrail yerleşim birimlerinde yaşayan İsraillilerin, bu yerlerin Filistin topraklarına katılması durumunda (ki bir kısmı için bu böyle olacak) orada kalıp kalamayacakları da tartışılan bir başka konu.

Yukarıda çok kısa olarak değindiğim hususlar İsrail-Filistin müzakerelerinin ana gündem maddeleri. Oysa iş bununla da bitmiyor zira Filistin tarafında bir de bölünmüşlük sorunu var. Hamas sözcüsü Gazze’den, “bir karış toprağın dahi İsrail’e bırakılmasını kabul etmeyeceklerini, iki devletli çözümü kabul etmediklerini ve Mahmud Abbas’a kendi adlarına konuşmak yetkisini tanımadıklarını” söylüyor.

Orta Doğu büyük bir karmaşa içerisinde. Gündemde Suriye iç savaşı, İran nükleer programı gibi iki önemli konu mevcut. Bunlara bakınca, “İsrail-Filistin barışı bunca yıl beklemiş, biraz daha beklese ne çıkar” diyenler çıkabilir. Ama unutulmaması gereken, bugün kültürler arasındaki fay hattının derinleşmesinde, radikalizmdeki yükselişte, aşırılığın, terör tehdidinin artmasında Filistin sorununun yıllardır çözümlenememiş olmasının, bütün diğer sorunlardan daha önemi bir payı bulunduğudur.

—————————————————————————-

(*)http://www.geneva-accord.org/mainmenu/geneva-initiativeisrael-palestine-permanent-borders

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s