Gazze Ateş-kesi Sonrasında İsrail-Filistin Cephesi

4 Ekim 2014
İsrail’in 8 Temmuz 2014 tarihinde başlayan Gazze harekatı, 26 Ağustos’ta, kalıcı bir ateş-kes anlaşmasıyla sona erdi. Anlaşma, öze ilişkin konuların bir ay içerisinde Kahire’de ele alınmasına başlanacağı anlayışını da içermekteydi. Bu görüşmeler başladı ama bir yere varamadı.
Filistin Cumhurbaşkanı Mahmud Abbas 23 Eylül 2014 tarihinde Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’na hitabetti. Abbas konuşmasında, barış görüşmelerinin çıkmaza girmiş olmasından İsrail’i sorumlu tuttu. İsrail’in Batı Yakasında ve Doğu Kudüs’te çok boyutlu bir etnik temizlik politikası çerçevesinde Filistinlileri evlerinden ederek yeni yerleşim birimleri inşa etmesini, değişik yöntemlerle Filistin halkına baskı uygulamasını şiddetle eleştirdi. “İşgal gücü” olarak tanımladığı İsrail’in amacının bu yolla fiili durum yaratmak peşinde olduğunu vurguladı. Gazze ablukasını yarattığı sıkıntılara değindi. Soykırım suçlamasında bulundu. Filistin’in barışçı bir çözüme bağlılığını tekrarlamakla birlikte, belirli bir çerçevesi ve zaman sınırlaması olmayan bir müzakere sürecini sürdürmenin anlamsızlığına işaret etti.
Konuşmasının sonunda, sınırları 4 Haziran 1967’de mevcut duruma göre belirlenmiş, başkenti Kudüs olan Filistin devletinin Birleşmiş Milletlere tam üyelik başvurusunu Sekreter Ban Ki-moon’a ilettiğini, Genel Sekreter’den bu mektubu Güvenlik Konseyi’ne sunmasını istediğini, Güvenlik Konseyi üyelerine de bu talebe onay vermeleri için çağrıda bulunduğunu söyledi.
BM Yasasının 4. Maddesine göre, bir ülkenin üyeliğine Güvenlik Konseyi’nin tavsiyesi üzerine Genel Kurul karar veriyor. Filistin 29 Kasım 2012 tarihine kadar BM’de “daimi gözlemci” statüsünde idi. Genel Kurul bu tarihte aldığı 67/19 sayılı kararla Filistin’i “üye olmayan gözlemci devlet” statüsüne yükseltti. Bu statü Filistin’e Genel Kurul çalışmalarına katılmak olanağını veriyor ve uluslararası kuruluşlara üyelik bakımından da avantaj sağlıyor. Örneğin, BM sistemi içinde olmamakla birlikte, Uluslararası Suçlar Mahkemesine taraf olmak, böylelikle İsrail’in savaş suçu işleyip işlemediğinin araştırılmasına kapıyı aralamak Filistin tarafının gündemde tuttuğu bir husus.
Mahmud Abbas’ın konuşmasından altı gün sonra, 29 Eylül 2014 tarihinde bu defa İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu Genel Kurul’a hitabetti. Netanyahu’nun konuşmasının ana teması “militan İslam” idi. IŞİD ve Hamas’ı aynı ağacın dalları olarak nitelendirdi. Ruhani-Zarif ikilisinin İran’ın bugüne kadar izlediği politikalara özlü hiçbir değişiklik getirmediğini, İran’ın devrimci siyasetinin aynen devam ettiğini belirtti. IŞİD’in nükleer santraller inşa etmesi, kıtalararası füzeler üretmesi ile İran’ın bunları yapması arasında fark olmadığını vurguladı. İsrail’in Gazze harekatının gerekçeleri açıkladı. Sivil zayiatın önlenmesi için azami gayreti gösterdiklerini dile getirdi. Abbas’ın etnik temizlik ve soykırım ithamlarını şiddetle reddetti. Konuşmasının son bölümünde “tarihi bir fırsata” atıfla özetle şunları söyledi:
“On yıllar boyunca İsrail’i düşman olarak gören Arap dünyasının önde gelen ülkeleri, başta nükleer silahlara sahip bir İran ile Sünni dünyada zemin kazanmakta olan militan İslami hareketler olmak üzere, aynı tehditlerle karşı karşıya olduğumuzu artık görmeye başladılar. Yapmamız gereken, müşterek çıkarlarımızı daha güvenli, barışçı ve müreffeh bir Orta Doğu için verimli bir ortaklığa dönüştürmektir. Birlikte bölgesel güvenliği arttırabilir, su, tarım ulaşım, sağlık ve enerji alanlarında projeler gerçekleştirebiliriz. Böyle bir ortaklık İsrail ve Filistinliler arasında barışın sağlanmasına da katkı sağlayabilir. Şimdiye kadar hep İsrail-Filistin barışının İsrail’in Arap alemi ile yakınlaşmasına yardımcı olacağı düşünüldü. Bu tersine de çevrilebilir. Arap dünyası ile İsrail arasında yakınlaşma İsrail-Filistin barışına da katkıda bulunabilir. Dolayısıyla gözler barış için sadece Kudüs’e ve Ramallah’a değil, Kahire’ye, Amman’a, Abu Dabi ve Riyad’a da çevrilmelidir…”
Bu konuşmaların yarattığı karşılıklı tartışma elan sürmekte.
Basına yansıyan haberlere göre, Mahmud Abbas’ın Güvenlik Konseyi’nden beklentilerini yansıtan bir karar tasarısı üyelere dağıtılmaya başlanmış. Tasarının,
• Güvenlik Konseyi’nin, iki devletli vizyon temelinde, işgale gecikmeksizin son verecek barışçı bir çözüme destek vermesi,
• Bu amaçla, müzakereleri de içeren yoğun bir uluslararası çaba başlatılması,
• İsrail’in belirli bir zaman dilimi içerisinde ve her koşulda Kasım 2016’ya kadar, Batı Yakasından ve Doğu Kudüs’ten tamamen çekilmesi,
• Filistin devletinin sınırlarının 1967 savaşı öncesi sınırlar olması,
• Kudüs’ün statüsünün iki ülkenin başkenti olarak adil biçimde belirlenmesi,
• Mülteci sorununun çözümü, ve
• Filistin’in BM’ye tam üyeliği gibi unsurlar içerdiği anlaşılıyor.
Tasarıyı Güvenlik Konseyine Arap Grubu adına Ürdün’ün sunacağı da kaydediliyor.
Bu bağlamda üzerinde öncelikle durulan husus, anlaşılabilir nedenlerle, ABD’nin böyle bir karar tasarısı karşısında takınacağı tavır oluyor. Burada da söylenebilecek olan ABD’nin böyle bir tasarıya destek veremeyeceği ve bunun Güvenlik Konseyi’nde oya sunulmasını geciktirmek ve müzakere sürecini canlandırmak için çaba göstereceğidir. Dışişleri Bakanı Kerry’nin Gazze’nin yeniden imarı için 12 Ekim’de Kahire’de düzenlenecek donörler konferansı vesilesiyle Mahmud Abbas’la görüşeceği de biliniyor.
İsrail-Filistin barış sürecinin çıkmaza girmesinin, Gazze harekatının ABD-İsrail ilişkilerinde sıkıntı yarattığı, Obama ve Kerry’nin eleştiri oklarına hedef olduğu malum. Obama’nın İsrail-Filistin barışını siyasi mirasına dahil etmeyi arzuladığı, Kerry’nin de benzer bir yaklaşım içerisinde olduğu da söyleniyor. Anlaşılan Mahmud Abbas’ın tutumunda bunların da rolü var. ABD’de, 8 Kasım 2016 tarihinde Başkanlık seçimleri düzenlenecek ve Obama görevi bırakacak. Dolayısıyla Abbas, Obama yönetimine, o tarihe kadar İsrail-Filistin barışı için elinden gelen tüm çabayı göstermesi için bir çağrıda da bulunmuş oluyor.
Kamuoyu yoklamaları, şimdi hafif bir inişte olmakla birlikte Gazze harekatı sonrasında Hamas’a olan desteğin yükseldiğine işaret ediyor. Mahmud Abbas BM’deki bu girişimiyle herhalde Filistin halkının kendisine olan siyasi desteğini arttırmayı da arzu ediyor.
Başbakan Netanyahu, ABD ile son dönemde yaşanan sıkıntıları geride bırakabilmek amacıyla 1 Ekim’de Vaşington’da Başkan Obama ile görüştü. Ancak görüşmeden hemen sonra, İsrail’in Doğu Kudüs’te İsrailliler ve Araplar için inşa edileceği söylenen 2,610 konutluk yeni bir yerleşim projesine izin verildiğinin basına yansıması İsrail’e yönelik yeni ve pek alışılmadık bir uyarıya yol açtı. ABD Dışişleri Bakanlığı Basın Sözcüsü Jen Psaki, “bu gelişmenin derin kaygı yarattığını, İsrail’in barışçı bir çözüme bağlılığının sorgulanmasına yol açacağını, uluslararası toplumdan tepki görmekle kalmayıp, İsrail’in en yakın dostlarıyla dahi arasına mesafe koyacağını, sadece Filistinlilerle değil Başbakan Netanyahu’nun yakınlaşmayı öngördüğü Arap ülkeleriyle arasındaki ortamı da zehirleyeceğini ” söyledi.
Sözkonusu yerleşim projesini basına duyuranın “Peace Now” isimli, barış yanlısı ve bu tür projelerin barış sürecini olumsuz yönde etkilediğini savunan bir İsrail sivil toplum örgütü olması da ilginç bir nokta.
Başbakan Netanyahu’nun İsrail’in Arap ülkeleriyle ilişkilerin geliştirilmesinin İsrail-Filistin barışına da yardımcı olacağı yolundaki görüşüne gelince, bunu Kerry’nin barış sürecinin canlandırılması çabasında bazı Arap ülkelerinin desteğini arayacağı yolundaki haberlerle birlikte değerlendirmek; ABD’nin aynen Netanyahu’nun önerdiği biçimde olmasa bile, Arap ülkelerini barış sürecine daha fazla yaklaştıracak, barış sürecindeki ilerlemeyle onların İsrail’le ilişkilerini normalleştirilmeleri arasında daha yakın bir paralellik öngörecek, Hamas’a karşı Mahmud Abbas’ı güçlendirmeye yönelik formülleri gündeme getirebileceğini düşünmek mümkün.
Mısır ve Ürdün’ün İsrail’le diplomatik ilişkisi var. Ürdün Ulusal Elektrik İdaresi, 3 Eylül 2014 tarihinde, bir İsrail-Amerikan ortaklığıyla, İsrail’den 15 yılda 15 milyar dolarlık doğalgaz alımını öngören bir niyet mektubu imzaladı. Bazı Arap ülkelerinin de İsrail’le resmi ilişkileri olmamasına karşın temas sürdürdükleri biliniyor. Ancak, Kahire’de ve Körfez başkentlerinde Hamas ve Müslüman Kardeşlere duyulan alerji dahil bütün bunların, İsrail Başbakanının önerdiği biçimde, İsrail-Filistin barışını ikinci plana iten kapsamlı bir işbirliği başlatmaya yeterli olacağını söylemek olanaklı değil.
Şu sırada Orta Doğu gündeminin birinci maddesi IŞİD’dir. Filistin sorununun çözümü hiç kuşkusuz IŞİD veya benzerlerinin filizlendiği zemine farklı, daha az elverişli bir nitelik kazandıracaktır. Dolayısıyla uzun vadede bölgenin geleceğine önemli bir yatırım niteliği taşımaktadır. Oysa İsrail-Filistin cephesinde son dönemde yaşananlar bu açıdan ümit vermekten uzak. Dolayısıyla ilk planda tanık olacağımız, Amerikan diplomasisinin Filistin’in Güvenlik Konseyi’ne sunulmasını istediği karar tasarısını yönetmek çabası olacaktır.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s