9 Temmuz 2014
Orta Doğu’daki çatışma/savaş/karmaşa ortamına rağmen, Suriye kimyasal silahlarının ülke dışına çıkarılarak imhasını öngören uluslararası plan amacına ulaştı.
P5+1 ile İran arasında devam etmekte olan müzakereler ise kritik bir aşamada.
Bu süreçlerden birincisi çok önemliydi.
İkincisi ise, başarıya ulaştığı takdirde, İngilizce bir deyimle, “game-changer” yani “oyunun kurallarını değiştiren” bir gelişme olacak.
Önce eski bir yazımdan alıntı yaparak kısa bir hatırlatmada bulunayım:
“Suriye’nin Kimyasal Silahlarının Tasfiyesine İlişkin Çerçeve” 14 Eylül 2013 tarihinde ABD ve Rusya arasında oluşturulmuş, daha sonra da Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü(KSYÖ) ile Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tarafından da onaylanmıştı. Söz konusu mutabakat, Suriye’nin kimyasal silah envanterini, tüm ayrıntılarıyla bir hafta içinde teslim etmesini; KSYÖ yetkililerine, BM mensuplarına ve destek personeline, ülkede kimyasal silah bulunan tüm mahallere derhal ve engelsiz erişim ve denetim olanağı sağlamasını; bu silahların üretiminde kullanılan araçların Kasım ayında, kimyasal silahların tümünün ise 2014’ün ilk altı ayında imha edilmesini öngörmekteydi.
KSYÖ Genel Direktörü Büyükelçi Ahmet Üzümcü 23 Haziran 2014 tarihinde Lahey’de yaptığı açıklamada şunları söyledi:
“Yaklaşık dokuz ay önce, yine burada, ilk KSYÖ denetçi grubunun, tarihi ve daha önce örneği görülmemiş bir görevi üstlenmek üzere Suriye Arap Cumhuriyeti’ne gönderildiklerini açıklamıştım. Bugün, bu görevin ifasında büyük bir aşama kaydetmiş bulunuyoruz. Suriye dışına çıkartılmaları gereken son kimyasallar bugün öğleden sonra Danimarka bandıralı Future Ark gemisine yüklenmiş bulunmaktadır…
“Silahlı iç çatışma yaşayan bir ülkeden, bir kategori kitle imha silahının tümüyle çıkarılması ilk kez olmaktadır. Üstelik bu son derece kısa ve zorlayıcı bir zaman diliminde başarılmıştır…
“Süreçte gecikmeler yaşanmış olsa da Suriye Arap Cumhuriyeti, programın gereklerini yerine getirmiştir…
“… KSYÖ’nün Suriye’deki çalışmaları devam edecektir. Yakında, Suriye’nin kimyasal silahlarına ilişkin beyanının bazı yönlerinin açıklığa kavuşturulması konusunu sonlandırmayı ve kimyasal silah üretiminde kullanılan bir kısım yapıları yıkmaya başlamayı ümit ediyoruz. Suriye’nin KSYÖ Veri Toplama Misyonu ile işbirliği önemini koruyacaktır. KSYÖ, Kimyasal Silahlar Sözleşmesi, KSYÖ Yürütme Kurulu’nun ilgili kararları ve 2118 (2013) sayılı Güvenlik Konseyi Kararı bağlamında üstlendiği bütün taahhütleri yerine getirmesini teminen Suriye ile çalışmayı sürdürecektir.
KSYÖ Genel Direktörü Üzümcü’nün açıklaması, 14 Eylül 2014 tarihli “Suriye’nin Kimyasal Silahlarının Tasfiyesine İlişkin Çerçeve” ile belirlenmiş olan takvimin gereklerinin yerine getirildiğinin en yetkili ağızdan ifadesidir. Bundan sonrası, Suriye dışına çıkarılmış olan kimyasalların ABD, Finlandiya, Almanya ve İngiltere’nin işbirliği ile imhasından ve Suriye’de kimyasal silah üretiminde kullanıldığı belirlenmiş olan yapıların tasfiyesinden ibarettir. (Suriye’den ülke dışına çıkarılan kimyasalların toplamı 1,300 tondur.)
Bu gerçekten çok yönlü ve büyük bir başarıdır. “Çok yönlü” diyorum çünkü iş ABD ve Rusya’nın yoğun bir diplomatik çaba sonucu üzerinde mutabık kaldıkları ve uluslararası toplumun da hemen destek verdiği “Çerçeve” mutabakat ile başlamıştır. KSYÖ ve BM yetkilileri savaş koşullarının getirdiği ciddi tehditlere rağmen sorumluluklarını cesaretle ve üstün bir görev anlayışıyla yerine getirmişlerdir. Esad yönetimi de verdiği sözün arkasında durmuştur. Kısaca ifade etmek gerekirse, bu operasyonla, uluslararası toplumun hem memnuniyet duyması hem de başka sorunlar için dikkate alması gereken bir örnek yaratılmıştır. KSYÖ’nün Nobel Barış ödülüne layık görülmesinin nedeni de herhalde bu çabanın başarıya ulaşacağına olan güvendi.
New York Times gazetesi Yayın Kurulu, 28 Haziran 2014 tarihli başyazısında, bu sonucun Başkan Obama’nın önce silah kullanma tehdidinde bulunup, Rusya’nın soruna müzakere yoluyla bir çözüm bulunmasını önermesi üzerine bundan vazgeçmesinin doğru bir tutum olduğunu kanıtladığını, Rusya ile oluşturulan mutabakata şiddetle karşı çıkan Amerikalı muhaliflerin ise yanıldığını dile getirdi.
Ben de bu örneğin, her zaman dile getirdiğim üzere, ABD ile Rusya’nın Orta Doğu’da işbirliği yapmaları ihtiyacını bir kez daha kanıtladığını söylemekle yetineyim.
Kitle imha silahlarının yayılmasının önlenmesine yönelik bir başka ve sonuçları itibariyle çok daha önemli olabilecek bir çaba da P5+1 ile İran arasında Viyana’da sürdürülmekte olan müzakereler.
Hatırlanacağı üzere İran ve P5+1, 23 Kasım 2013 tarihinde Cenevre’de, İran’ın nükleer programına ilişkin Ortak Eylem Planı üzerinde mutabakata varmışlardı.
Bu belge, İran’ın, nükleer silah üretiminin olmazsa olmazı uranyum zenginleştirme faaliyetini %5 düzeyinde dondurmasını, ileri düzeyde zenginleştirilmiş uranyum stoklarını tasfiye etmesini, nükleer tesislerini Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (IAEA) yetkililerinin denetimine bugüne kadar olmadığı düzeyde açmasını, buna karşılık P5+1’in de yaptırımlar rejimine getirecekleri esneklikle İran’a yaklaşık 7 milyar dolarlık bir imkan sağlamasını içermekteydi. Bu mutabakatın altı ay süreyle geçerli olması, ancak karşılıklı rıza ile uzatılabilmesi nihai anlaşmanın ise bir yıl içinde uygulamaya konulması kararlaştırılmıştı. Ortak Eylem Planının uygulamaya konulacağı tarih de bilahare, 20 Ocak 2014 olarak belirlenmişti.
Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı, anılan tarihte, İran’ın Ortak Eylem Planının yürürlüğe konulması için gerekli şartları yerine getirdiğini açıkladı. Buna karşılık olarak da yaptırımlarda yumuşamaya gidildi.
P5+1 ve İran, 20 Ocaktan bu yana müzakereleri sürdürdüler. 3 Temmuz’da da Viyana’da son tura girdiler zira Ortak Eylem Planında öngörülen altı aylık süre 20 Temmuz’da dolacak. Dolayısıyla tarafların önümüzdeki on gün içerisinde kalıcı çözüm üzerinde mutabakat sağlamaları veya bir uzatmaya gitmeleri gerekecek.
İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif 13 Haziran 2014 tarihli Washington Post gazetesinde yayınlanan yazısında iyimserlik beyan etti ve özetle şunları dile getirdi: “Bundan yaklaşık on sene önce Cumhurbaşkanı Ruhani ve ben nükleer müzakereleri yürüten heyetin başında idik. Ahmedinejat Cumhurbaşkanlığına seçilmeden kısa bir süre önce Batılı karşıtlarımıza önerilerimizi sundum. Ancak onlar, Bush Yönetiminin yönlendirmesiyle 2015 yılına kadar uranyum zenginleştirme faaliyetini durdurmamızı istediler. Müzakereye istekli olmamızı zafiyet olarak algıladılar. Bu, İran tutumunun değişmesine, bunun da İran seçimlerine yansımasına neden oldu. O tarihte 200 santrifüjümüz vardı bugün 20,000. Uranyum zenginleştirme yeteneğimiz ise % 3.5’dan % 20’ye çıktı. Arak nükleer reaktörü bir yıl içerisinde devreye girebilecek. Bunlar hayatın gerçekleri. Saati geri çevirmek olanağı yok; şimdi koşullar farklı. Bir çözüm bulmaya yönelik arzumuzda ise bir azalma söz konusu değil. Cumhurbaşkanı Ruhani ve ben gerekli güvenceleri vermeye hazırız. Ancak kaydetmiş olduğumuz ilerlemeyi yok sayamayız. Ortak Eylem Planını tam olarak uygulamakla iyi niyetimizi de ortaya koymuş bulunuyoruz. Amacımız nükleer silah üretmek değildir.”
ABD Dışişleri Bakanı Kerry ise aynı gazetede 30 Haziran’da yayınlanan yazısında özetle şu görüşlere yer verdi: “İran bu süreçte ya nükleer programının barışçı olduğunu kanıtlayacak ya da içinde bulunduğu ekonomik ve siyasi tecritten kurtulma şansını yitirecektir. İranlılar nükleer programlarının barışçı olduğunu söylüyorlar. Bunu kanıtlamak herhalde çok zor olmamalı. İranlı muhataplarımız bu süreç boyunca ciddi oldular. Ortak Eylem Planının gereklerini yerine getirdiler. Bunun karşılığında ekonomik yaptırımlar yumuşatıldı. İranlılar sürekli iyimserlik sergiliyorlar. Ancak bu henüz kapalı kapılar ardındaki tutumlarına yansımış değil. Biz İranlıların iddia ettikleri gibi aşırı talepler ileri sürmüyoruz. Ancak onların bize ifade ettikleri niyetlerle programlarının gerçekleri örtüşmüyor. Sorunu çözmek için zaman azalıyor.”
Bugüne kadar Viyana görüşmelerini tanımlamak için en çok “yapıcı” ve “içerikli” gibi deyimler kullanılmış olmakla birlikte Amerikalı yetkililer bu müzakerelerin iki tarafı “ortalarda bir yerde” buluşturmaya yönelik bir diplomatik çalışma olmadığını, İran tarafının vereceği güvencelerin sağlam ve doğrulanabilir olması gerektiğinin altını çiziyorlar.Görüşmelerin içeriği hakkında ayrıntılı bilgi verilmekten dikkatle kaçınılsa da başlıca sorunun İran’ın uranyum zenginleştirme kapasitesinin sınırlandırılması olduğu anlaşılıyor. Çünkü yüksek düzeyde bir zenginleştirme yeteneğinin, İran’ın buna karar vermesi halinde, kendisine kısa sürede nükleer silah üretme olanağını sağlayacağı düşünülüyor.
Ortak Eylem Planı, müzakerelerde altı ay içerisinde sonuç alınamaması durumunda bir uzatmaya gidilebileceğini öngörmekte. ABD yetkilileri bunun otomatik olmadığını, önceliğin uzatma değil çözüm olması gerektiğini de vurguluyorlar.
Viyana’daki müzakerelerin oyuncularının sadece İran ve ABD’den ibaret olduğu izlenimine kapılmak yanlış olur. Orada AB ülkeleri yanında Rusya ve Çin de var. Bütün bu ülke heyetleri arasında da yoğun ikili temaslar gerçekleştiriliyor. Muhtemelen Orta Doğu’daki gelişmeler de ele alınıyor.
Yukarıda, Viyana görüşmelerinde başarıya ulaşılmasının “oyunun kurallarını değiştirici” niteliğine değinmiştim. Böyle bir sonuç hiç kuşkusuz İran’ı çok farklı bir konuma taşıyacak ve Orta Doğu’daki gelişmeleri etkileyecektir. Kimi bölge ülkelerinin “nükleer eşikteki” bir İran’la uzlaşma olasılığından kaygı duymalarının nedeni de budur.
Diğer yandan, Suriye’de, Irak’ta, Orta Doğu barış sürecinde aradığını bulmakta zorlanan Obama Yönetiminin, “yaptırımlar etkili oldu ve İran uzlaşmaya yanaştı” diyebileceği bir diplomatik başarıya ihtiyacı var.
Bununla birlikte bir nükleer programın barışçı niteliği ancak somut teknik kriterlerle belirlenebiliyor. Metin çalışmalarının bu bağlamda yapabileceği katkı da sınırlı. Dolayısıyla tarafların işi zor.