İsrail-Filistin Barış Sürecinde “Ara”

3 Mayıs 2014

İsrail’le Filistin arasında 29 Temmuz 2013 tarihinde başlamış olan barış görüşmeleri için belirlenmiş dokuz aylık süre 29 Nisan 2014 günü doldu. Hedef hiç değilse nihai çözüme ilişkin bir çerçeve üzerinde anlaşılmasıydı ama bu dahi sağlanamadı. İyimser bir tanım kullanmak istiyorsak görüşmelere “ara verildiğini”, karamsar bir tanım kullanmak istiyorsak “yeni bir kopma yaşandığını” söyleyebiliriz. Son yazımda, İsrail ile Filistin’in zaman zaman ABD’ni de adeta barış sürecin üçüncü bir tarafı telakki edip onunla da müzakere etme eğiliminde olduklarına, bunun da ABD yönetiminde artan bir bıkkınlık yaratmış olduğuna değinmiştim.
Bugün varılmış olan noktada taraflar ne söylemekteler?
İsrail:
İsrail’in görüşmeleri askıya almasının nedeni, Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) ile Hamas’ın uzlaşmaya karar vermiş olmaları. İsrail Hamas’ı bir terör örgütü addettiği için, onunla işbirliği yaptığı takdirde Mahmud Abbas yönetimiyle müzakereyi sürdüremeyeceğini defalarca açıklamıştı. İki Filistinli grup bir ortak hükümet kurulması üzerinde anlaşınca o da görüşmeleri askıya aldı.
Başbakan Netanyahu daha sonra, İsrail’in bir Yahudi devleti olduğuna ilişkin bir temel yasayı parlamentoya sunacağını, böyle bir yasanın İsrail’in Yahudi olmayan vatandaşlarının durumunu etkilemeyeceğini zira ülkesinin insan haklarına saygılı bir ülke olduğunu açıkladı. (İsrail’in bir anayasası yok ancak hepsi bir arada adeta bir anayasa telakki edilen Temel Yasaları var. Başbakan Netanyahu’nun Filistin tarafının İsrail’i Yahudilerin ulus devleti olarak tanımasındaki ısrarı barış görüşmelerinin son aşamalarında sorun yaratmıştı. Dolayısıyla bu yasa girişiminin olası yansımalarını izlemek gerekiyor. İsrail Merkezi İstatistik Bürosu tarafından birkaç gün önce yapılan açıklamaya göre ülkenin nüfusu 8.18 milyon. Nüfusun % 75’i Yahudilerden, % 20.7’si Araplardan, % 4.3’ü ise Arap olmayan Hristiyanlar ile diğer dinlere mensup olan veya hiçbir dine mensup olmayan kişilerden oluşuyor.)

Filistin Ulusal Yönetimi (FUY):
FUY Başkanı Mahmud Abbas, Hamas’la kurulması öngörülen birlik hükümetinin kendisinin başında olacağı bağımsız, teknokrat bir hükümet olacağını ve İsrail’le sürdürülen barış görüşmelerine karışmayacağını; bunun FKÖ’nün yetkisinde bulunduğunu; bu görüşmelerin sonunda FKÖ İsrail’in tanınmasına karar verirse Hamas’ın da İsrail’i tanıyacağını; kendisi nasıl şiddeti reddediyorsa Hamas’ın da şiddeti reddedeceğini; kendisi İsrail ve Filistin arasında daha önce varılmış olan uluslararası mutabakatların geçerliliğini nasıl tanıyorsa Hamas’ın da tanıyacağını vurguluyor. Kimsenin kurulacak birlik hükümetinin bir terör hükümeti olacağını iddia edemeyeceğini belirtiyor.
(“daha önce varılmış olan uluslararası mutabakatlar”la kastedilen, esas itibariyle Oslo süreci sonunda, 13 Eylül 1993 tarihinde Başkan Clinton’un tanıklığında, Beyaz Saray bahçesinde, Başbakan Yitzhak Rabin ile FKÖ lideri Yasser Arafat tarafından imzalanan İlkeler Deklarasyonu ve bunu tamamlayan mektup teatisidir. Bu anlaşmayla Filistin Ulusal Yönetiminin kurulmasının yolu açılmış; 242 ve 338 sayılı Güvenlik Konseyi kararları temelinde bir nihai çözüme gidilmesi öngörülmüş; FKÖ İsrail’in barış ve güvenlik içinde yaşama hakkını teslim etmiş; İsrail de FKÖ’nün Filistin halkının yegane meşru temsilcisi olduğunu kabul etmişti. Hamas ve diğer bazı Filistinli örgütler bu anlaşmayı tanımamışlardır.)
Mahmud Abbas İsrail’le görüşmeleri sürdürmeye hazır olduğunu da söylüyor ancak bunun için, İsrail’in Batı Yakasında ve Doğu Kudüs’te yeni yerleşim birimleri kurmaktan kaçınmasını, salıvermeyi taahhüt ettiği Filistinli mahkumları serbest bırakmasını ve görüşmelerde Filistin’in gelecekteki sınırları meselesinin somut biçimde ele alınmasını istiyor.
Abbas, Hamas’la varılan anlaşmaya İsrail’in tepkisi konusunda da, bu bölünmeyi İsrail’in istediğini; zira böylelikle İsrail’in görüşme masasına gelindiğinde “şimdi kiminle konuşacağım, Batı Yakası ile mi yoksa Gazze ile mi?” demek olanağına kavuştuğunu; şimdi de “bizimle Hamas arasında bir tercih yapın” dediğini, bunun yanlış bir tutum olduğunu dile getiriyor.
İsrail-Filistin görüşmelerindeki baş müzakereci Saib Erekat da kendileri için Hamas’ın bir terör örgütü olmadığını, İsrail Filistin’i tanımadığına göre Hamas’ın da İsrail’i tanımak gibi bir mükellefiyeti bulunmadığını; FKÖ İsrail’le bir anlaşmaya varırsa bunun referanduma sunulacağını belirtiyor.
Hamas:
Hamas’ın resmi sözcüsü, birlik hükümeti kurulur kurulmaz Başbakan İsmail Haniye ve bakanlarının görevlerinden ayrılacaklarını açıkladı. Hamas’ın kurucularından Mahmoud Al-Zahar ise bir Mısır gazetesine verdiği mülakatta, kurulacak teknokrat hükümetin diplomatik meselelere karışmayacağını teyid etmekle birlikte, Abbas’ın İsrail’in tanınmasına ve önceden varılmış bulunan anlaşmaların geçerliliğine dair beyanlarının bir değer taşımadığını; Hamas’ın İsrail’i tanımayacağını söylüyor. Hamas’ın neden bu aşamada uzlaşmaya yanaştığı da tartışılan bir konu. Kimileri, Hamas’ın Gazze’deki desteğinin inişte olduğunu, bu aşamada uzlaşı hükümetinin kurulmasına destek verirken aslında ilerde Filistin’in tümünde iktidarı gelmek hesabını yaptığını düşünüyorlar.
ABD:
ABD dokuz aylık sürecin Dışişleri Bakanı Kerry’nin yoğun kişisel çabasına rağmen bekleneni verememiş olmasından dolayı düş kırıklığı, hatta kırgınlık içerisinde. John Kerry’nin kapalı bir toplantıda, “üniter devlet neticede ya ikinci sınıf vatandaşları da olan bir aparthayd devletine dönüşür ya da İsrail’in bir yahudi devleti olma yeteneğini ortadan kaldırır” şeklinde bir ifade kullanmış olması, bunun basına yansıması İsrail’de ve ABD’deki İsrail’e yakın çevrelerde tepki yarattı. Kerry daha sonra yaptığı açıklamada aparthayd sözcüğünü kullanmamış olmayı tercih edeceğini belirtmekle birlikte vermek istediği mesajdan geri adım atmadı. Senato’da bulunduğu otuz yılı aşkın sürede İsrail’e desteğini her vesileyle somut biçimde ortaya koyduğunu, kaldı ki birçok İsrailli yöneticinin de benzer beyanlarda bulunmuş olduğunu vurguladı. Barışı tesis etmenin tarafların sorumluluğu olduğunun altını çizdi.
Kerry’nin söylediği aslında şu: Filistinliler bağımsızlıklarını alamaz ve üniter bir İsrail devleti içerisinde yaşamak durumunda kalırlarsa, ikinci sınıf vatandaş olacaklardır. Böyle bir iki halklı bir devlet, İsrail’in çok önem verdiği Yahudilerin ulus devleti olmak iddiasını gündemden düşüreceği gibi onun demokratik yapısına da uygun düşmeyecektir. Bu ne İsraillilerin ne de Filistinlileri hak ettiği bir durumdur. İsrailliler demokratik bir devleti, Filistinliler de tüm haklarına sahip bulundukları bir refah devletini hak etmektedirler.
Başkan Obama, İsrail ile Filistinlilerin önlerindeki seçeneklere bakmalarına olanak verecek bir “ara”ya ihtiyaçları olduğu kanaatini dile getirdi. ABD’nin barışçı çabalarına son vermeyeceğini; Mahmoud Abbas’ın Hamas’la uzlaşmasının barış sürecine “yardımcı” olmadığını; bunun İsrail’in ve Filistinlilerin çözüm arayışlarına katkı sağlamayan bir dizi tutumunun yeni bir örneği olduğunu belirtti. Obama şöyle konuştu:
“Gerçekçi olmak gerekirse, tarafların bir araya gelip zor da olsa bazı uzlaşıları bulmaları gerekiyor. Biz onları bu yolda teşvik edeceğiz. Ama bunu gelecek hafta, gelecek ay, hatta gelecek altı ay zarfında yapabilirler mi? Hayır.”
ABD’nin İsrail-Filistin görüşmelerinin çıkmaza girmesine tepkisi bana, baba Bush’un Dışişleri Bakanı James Baker’ın 13 Haziran 1990’da ABD Temsilciler Meclisi Dış İşleri Komitesindeki beyanlarını hatırlattı. Baker, İsrail ve Filistin taraflarının görüşmelerdeki engelleyici tutumlarını eleştirmiş; İsrail’e Filistinlilerle konuşabilmesine olanak verecek gerçekçi bazı şartlar ortaya koymalarını; Filistinlilere terörden vazgeçmelerini; Arap ülkelerine de İsrail Filistin barış arayışlarına yardımcı olacak bir ortam yaratmalarını önermişti. Ancak en kuvvetli eleştirilerini o tarihte İsrail Başbakanı olan Yitzhak Şamir’e yöneltmiş ve İsrail’den yeni bir yaklaşım gelmediği takdirde Bush Yönetiminin Orta Doğu diplomasisi ile arasına mesafe koyacağını söylemişti. Baker’ın konuşmasının en fazla dikkat çeken ve uzun süre yankılanan cümlesi ise şu idi: “Barış konusunda istekli iseniz bizi arayın. Beyaz Saray’ın telefonu 1-202-456-1414’dür.”
Bu konuşmadan sonra Amerika’da Beyaz Sarayı arayanların sayısında patlama yaşanması da bunun mizah yönü.
Bu karmaşık tablodan çıkarabildiğim sonuca gelince:
• ABD-İsrail arasındaki ilişkilerde bir düş kırıklığı yaşanmakta. Bu iki ülke arasındaki stratejik ortaklığın dokusunu elbette etkilemez ama yine de bir düş kırıklığıdır. Bölgede yakın hatta orta vadede köklü bir demokratik dönüşüm gerçekleştirilemeyeceğini gören ABD (ve AB), Orta Doğu barışını İslami radikalizmin önlenmesine önemli katkı sağlayacak bir gelişme olarak görmekte ve istemektedir.
• Mahmud Abbas barış sürecini ve bunun kamu diplomasisi boyutunu iyi yönetmiş ve ABD’nin düş kırıklığını daha çok İsrail’e yöneltmesini sağlamış görünmektedir.
• Filistinli gruplar arasında sağlanan uzlaşının başarılı olup olamayacağı, uygulamada ne gibi güçlüklerle karşılaşılacağı konusunda kesin bir yargıda bulunmak güçtür zira daha önce varılan uzlaşılar hayata geçirilememiştir.
• İsrail’in belki de kendisine yönelik eleştirilerin artması nedeniyle müzakereleri kesmeyip “askıya almış olması” dikkat çekicidir. Başkan Obama’nın Filistinli gruplar arasındaki uzlaşıyı sadece “sürece yardımcı olmayan bir tutum” olarak nitelendirmesi, her iki tarafın daha önce de buna benzer olumsuz tutumlar alabildiklerine değinmiş olması da bir “bekle-gör” dönemine girildiği şeklinde yorumlanabilir.
• FKÖ ile Hamas arasındaki uzlaşı kalıcı olduğu takdirde barış sürecinin yeniden başlaması için aşılması gereken başlıca engel, İsrail’in Hamas’ı da içeren bir Filistin tarafı ile masaya oturmak için hangi şartları ileri süreceği, bunların ne kadarının karşılanabileceği olacaktır. Bir başka deyişle Hamas, Mahmud Abbas’ın kendisine atfettiği tutum değişikliğinin ne kadarını açıktan kabullenebilecektir? İsrail, Hamas’ın farklı bir çizgiye geldiğine ne zaman ve ne kadar ikna olacaktır?
• ABD barış arayışlarına herhalde bir süre mesafeli kalacaktır zira Filistin Ulusal Yönetimi ile İsrail’i bir çerçeve anlaşma üzerinde buluşturmakta zorlanan ABD’nin şimdi Hamas’ın da içinde bulunduğu daha zorlu bir denkleme zaman ayırması güçtür. Ukrayna krizi sadece Rusya ile ilişkilerin geleceği değil, Suriye, İran nükleer programı gibi başka sorunlarda sergilenen işbirliği bakımından da bir belirsizlik yaratmıştır. ABD şimdi bunlara odaklanmak durumundadır.
• Bu durumda barış görüşmelerinin kısa sürede yeniden başlaması şansı çok düşüktür. Süreçte yaşanan tıkanıklığın yeni gerilimlere yol açmayacak bir karşılıkla anlayışla yönetilebilmesi, kapıların gelecek için olabildiğince açık tutulması dahi başarı olacaktır.

————————————————————————————————

Not: International Crisis Group (Uluslararası Kriz Grubu) benim saygı duyduğum ve raporlarından sürekli yararlandığım bir düşünce kuruluşudur. Grup, 30 Nisan 2014 tarihinde “The Rising Cost of Turkey’s Syrian Quagmire” (“Suriye Bataklığının Türkiye’ye Artan Maliyeti”) başlıklı bir rapor yayınladı. Yaklaşık 45 sayfalık bu rapor İngilizce ancak “Yönetici Özeti ve Öneriler” bölümü Türkçe olarak da mevcut. Bu raporu, Suriye maceramızın bizi nerelere getirdiğine ilgi duyanlara öneririm. (International Crisis Group>Recent Reports>The Rising Cost of Turkey’s Syrian Quagmire).

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s