27 Ağustos 2014
IŞİD’in Irak ve Suriye’de beklenmedik bir hızla zemin kazanması, giriştiği katliamlar, Amerikan hava akınlarına tepki olarak gazeteci James Foley’i öldürmesi ve bunun tetiklediği gelişmeler Orta Doğu’da gerilimi arttırmakta.
ABD, İŞİD’in Yezidilere ve Kürdistan Bölgesel Yönetimine saldırıya geçmesi üzerine sınırlı hava harekatı başlattı. “Uzun süre devam edebileceğini” açıkladığı bu harekatın kendi başına İŞİD’i durdurmaya yeterli olamayacağı inancıyla, Irak’ın bölünmüşlüğünden sorumlu tuttuğu Başbakan Maliki’nin yerine Haydar el-Abadi’nin atanmasına ağırlığını koydu. Abadi şimdi “Irak’ın tüm kesimlerini kucaklayan” bir hükümet kurmaya çalışıyor. Irak’ın bölünmüşlüklerine bakıldığında, “kucaklayan” sözcüğünün çok iyimser bir nitelendirme olduğu açık ama söylenen, arzulanan bu.
ABD’nin şu sırada, sadece Irak’ta durdurulmasının yeterli olamayacağını düşündüğü IŞİD’e karşı Suriye’de de hava akınları düzenlenmesi seçeneğini değerlendirmeye başladığı anlaşılıyor. Belki de bunun ilk aşaması olarak Başkan Obama’nın 26 Ağustos’ta Suriye üzerinde keşif uçuşları yapılmasına onay verdiği açıklandı.
ABD’nin IŞİD’e karşı Suriye’de de hava harekatına girişebileceği ihtimalinin belirmesi üzerine Suriye Dışişleri Bakanı Muallim, bu konuda ABD, İngiltere ve uluslararası toplumla işbirliği yapabileceklerini, ancak Suriye’nin rızası alınmaksızın girişilecek eylemlere karşı olduklarını, bunu Suriye’ye saldırı telakki edeceklerini duyurmuştu. Belli ki Esad yönetimi IŞİD olgusundan uluslararası itibarının iadesi için yararlanmak istiyor. Uluslararası topluma yaptığı atıf da herhalde Rusya’yı gelişmelerin yakınında tutmaya yönelik bir söylem. ABD Suriye’deki IŞİD hedeflerini vurmaya başladığı takdirde Rusya’nın buna ne tepki vereceğini izlemek ilginç olacak.
İngiltere eski Dışişleri ve Savunma Bakanı Rifkind Suriye ile böyle bir işbirliğine sıcak bakılması gerektiğini, çünkü “kötünün kötüsü” ile mücadele edebilmek için “kötülerle” de işbirliği yapılabileceğini, ABD ve İngiltere’nin İkinci Dünya Harbinde Hitler’e karşı Stalin’le ittifak yapmaları örneğine değinerek dile getirdi. Vaşington ve Londra derhal bunun söz konusu olamayacağını açıkladılar.
Böyle bir işbirliği olanaklı görünmese de, bunun dile getiriliyor olması bile dikkat çekici.
IŞİD’le mücadelenin içerdiği bazı zorluklar var. Bunların başında hava akınlarının sivil halk arasında neden olabileceği can kaybı geliyor. Bunun Irak’ın Sünni kesimi ile IŞİD militanları arasında ayrışma yaratılması çabalarını olumsuz etkileyeceği açık. Nitekim Bağdat’ta yeni hükümet kurulmasına yönelik temaslar sırasında Sünni siyasetçilerin, IŞİD’in kontrolünde bulunan ve Sünnilerin yaşadığı bölgelere yönelik hava akınlarının ve topçu ateşinin durdurulmasını, suç işlediği kanıtlanmamış Sünni tutukluların serbest bırakılmasını, Saddam Hüseyin yönetimi mensubu kişilerin resmi görevlere getirilmesine ilişkin yasakların kaldırılmasını istediği basına yansıyan haberler arasında. Bu bağlamda, söz konusu taleplerin kabulüne imkan bulunmadığı, ısrarın yeni hükümet çalışmalarını güçleştireceği, Sünni siyaset adamlarından daha esnek davranmalarının beklendiği belirtilmekte. Bir başka sorun da Irak’ta birbirini izleyen terör eylemlerinin hükümet kurma çabalarını olumsuz biçimde etkilemekte olması.
Görünen o ki Bağdat’ta bir uzlaşı hükümeti kurulması sadece bir ilk adım olacak, Irak’ın bölünmüşlüğünün aşılması ise çok daha uzun soluklu, belki de ucu açık bir çaba gerektirecek. Bu çabanın kalıcı başarıya dönüşmesi ise bir mucize olacak.
Aslında, IŞİD’le mücadelenin birinci koşulu bölge ülkelerinin, küresel aktörlerce de kuvvetle desteklenecek ortak bir yaklaşım üzerinde birleşmeleridir. Düşüncelerini, beklentilerini, çözüm önerilerini birbirleriyle açık yüreklilikle paylaşmaları ve uzlaşmalarıdır. Oysa bugünün koşullarında bunun olanaklı olduğunu söylemek imkanı bulunmuyor. Çünkü, Irak’taki, Suriye’deki bölünmüşlükler aslında daha geniş tabanlı bölgesel bir bölünmüşlüğü yansıtıyor. Uzlaşma da bölge siyasi kültürünün itibar ettiği bir kavram değil. Ülkeleri ve yöneticilerini zorlayan ikilemler, kurulması olanaksız dengeler, karmaşık/karanlık hesaplar, ittifaklar, düşmanlıklar, hepsi bir arada. Dolayısıyla uzun vadeli somut öngörülerde bulunabilmek de neredeyse imkansız.
Hızla bir iç savaşa sürüklendiği izlenimini veren Libya’da 1700 silahlı grubun mevcudiyetinden, bunlar arasındaki ittifaklardan söz ediliyor. Anlaşılan bunların önemli bir kısmı çıkar çeteleri. Bu grupların sayısı 1700 değil de sadece 170 olsaydı acaba uzlaşma daha mı kolay sağlanırdı?
Bu karmaşa tablosuna rağmen üç gözlemde bulunulabilir.
Bunlardan birincisi, IŞİD’in en azından yakın vadede, dünyayı galeyana getiren aşırılıklarını frenleyebildiği takdirde belki daha da uzunca bir süre, bölgedeki mevcudiyetini koruyacağıdır. Bu mevcudiyet görünür olabileceği gibi yer altında da sürdürülebilir. Bir başka deyişle, Irak ve Suriye, IŞİD’in yükselişiyle birlikte, “Afganistan+El Kaide+Taliban” yumağını çağrıştıran bir sürece girmiş bulunmaktadır.
İkincisi, IŞİD’in eylemlerinin Barzani yönetiminin uluslararası arenada ilave statü kazanmasına çok ciddi katkı yaptığıdır. Şöyle ki, IŞİD Yezidileri yurtlarından edip Erbil’e yönelmekle IŞİD-Kürt çatışmasına yeni bir boyut kazandırdı. ABD süratle Erbil’e askeri bir danışman grubu gönderdi. IŞİD’e karşı hava harekatı başlattı. Yezidilere havadan yiyecek, Erbil’e de silah yardımında bulundu. İngiltere ve Fransa benzer bir yaklaşım içerisine girdiler. Son olarak İran’ın da bu gruba katıldığı açıklandı. Peşmerge kuvvetlerinin IŞİD’e karşı verdiği mücadele dünyada ilgiyle izlendi. Bütün bu gelişmeler, belirli bir bedel mukabilinde olsa da, Kürdistan Bölge Yönetimine uluslararası kamuoyunda daha fazla görünürlük sağlamıştır. Sykes-Picot Anlaşmasının şekillendirdiği Orta Doğu’nun tarihe karışmak üzere olduğuna, sınırların yeniden çizileceğine ilişkin tartışmaların alevlendiği bir dönemde ortaya çıkan bu gelişmelerin, Barzani yönetiminin bağımsızlık ilanına ilişkin planlarını öne çekmiş olması muhtemeldir.
Üçüncüsü, kendisiyle ve çevresiyle barışık demokratik bir Türkiye’ye, öncelikle bölgesel ama aynı zamanda küresel bir örnek olarak en fazla ihtiyaç duyulan bir dönemde bizim ne yazık ki bekleneni vermekten uzaklaştığımız, bu tarihi fırsatı kaçırdığımızdır. Kim bilir, belki de bu fırsatın farkına dahi varamadık…
Orta Doğu Karmaşası
Bir Cevap Yazın