23 Haziran 2014
Yunanistan’da Büyükelçi olarak görev yaptığım dört yılın (1997-2001) ikiye yakını, zaman zaman gerilimlerin de yaşandığı bir soğukluk dönemiydi. Sonrasında ise yakınlaşmanın, dostluk ve dayanışmanın öne çıktığı çok farklı bir tablo vardı. Bu dört yıl benim için zengin bir deneyim oldu. Çok şey gördüm ve öğrendim. Yaşadıklarımdan dersler çıkardım. Bu bağlamda, iki sene önce yayınladığım kitabımın “Atina Yılları” bölümünden birkaç paragrafı aşağıda sunuyorum:
“İki ülke ilişkilerinde açılacağına inandığım olumlu sayfa eninde sonunda açıldı ama büyük bir bunalımın ardından. Abdullah Öcalan’ın, Şubat 1999’da Nairobi’deki Yunan Büyükelçiliğinden çıkışta yakalanarak Türkiye’ye getirilmesi münasebetlerimizi gerdi. Yunanistan Hükümeti başlangıçta “Avrupa Birliği değerleri”, “Kürtlerin hakları” gibi kavramları öne sürmeyi denedi ise de bu söylemin ömrü birkaç günü geçemedi. AB ülkeleri Yunanistan’ı bu anlaşılmaz girişimi nedeniyle açıktan ama esas kapalı kapılar arkasında eleştirdiler. Dışişleri Bakanı Theodoros Pangalos’la birlikte, Kamu Düzeni ve İçişleri Bakanları da istifa etmek zorunda kaldılar…
“Türkiye karşıtı terör örgütlerinin Avrupa ülkelerindeki mevcudiyeti, oradan yürüttükleri çalışma ve eylemler yıllardır birçok müttefikimizle ilişkilerimizde ciddi sorun oluşturmuştur. “Bu nasıl bir ittifak ilişkisi?” sorusunu sorabilirsiniz. Bu soru son derece mantıklıdır ve maalesef tatminkâr bir yanıtı yoktur. Galiba en geçerli yanıt, bunun birçok ülke bakımından da hayatın gerçeği olduğudur. Ülkeler, başkalarının iyi gözle bakmadığı birilerini himaye etmektedir…
“Kanımca, “Öcalan olayı” Yunanistan için bir travma oluşturdu. Zira Yunanistan gibi demokratik, ulusal gücü oluşturan unsurlar itibariyle dünyaya hükmetmek iddiasında olmayan bir ülkenin böyle bir maceraya kalkışması vahim bir hesap hatasıydı. Gerçi Suriye bir noktaya kadar bunu yapmıştı ama orası diktatörlükle yönetilen, istihbarat kurumunun devlet içinde devlet olduğu bir ülke idi.
“Dünyada bu tür tertipleri uygulamaya koymayı düşünebilecek, deneyebilecek ülke sayısı, o da hâlâ varsa, bir elin parmaklarından daha azdır. Onlar da “büyük güçler”dir. Olayı planlayanlar, Yunanistan’ın olanaklarının çok çok ötesinde işlere tevessül ederek hem kendilerini hem de ülkelerini uluslararası kamuoyu önünde, en hafif deyimle, zora soktular.”
Benim ne söylediğimin neticede fazla bir önemi yok. Ama Konfiçyüs’ün şu sözleri her zaman dikkate alınmaya değer:
“İnsanın akıllı davranmayı öğrenmesinin üç yolu vardır. Birincisi iyi düşünmektir. Bu en erdemlisidir. İkincisi taklit etmektir. Bu en kolayıdır. Üçüncüsü ise denemektir. Bu da en acısıdır.”