Küresel Denge 6: Türkiye’nin Konumu

(Bu yazı dostum Emekli Büyükelçi Yusuf Buluç’la birlikte kaleme alınmıştır.)

12 Haziran 2014

Küresel dengeyi, bunun şekillenmesini sağlayan faktörleri, oyuncuları ve oyunun kurallarını ele aldığımız yazı dizisini, Türkiye’nin sözkonusu karmaşık düzen içerisindeki yerini ve dünyadaki konumunu, önceki bölümlerde belirttiğimiz hususları tekrardan kaçınarak, kısaca irdeleyen bir yazıyla sonuçlandırmamızın uygun olacağını düşündük.

Kimileri, bir cihan devleti olan Osmanlı İmparatorluğu’nun, herhalde Balkan Savaşlarını ve hemen sonrasındaki Birinci Dünya Harbini kastederek, “12 yılda küçülme sürecine sokulduğunu” belirtip, Türkiye’nin de benzer bir zaman dilimi sonunda, 2023’de bu statüyü kazanacağı, yani cihan devleti statüsüne yükseleceği “öngörüsünü” dillendiriyorlar. Hatta bunu öngörüden ziyade bir “siyasi misyon”, “emperyal proje” olarak açıklıyorlar. Uluslara uzun vadeli, kapsamlı milli hedefler gösterilmesi yadırganamaz ise de buna nasıl ulaşılacağı hakkında gerçekçi bir strateji ve yol haritası ortaya koyamazsanız bunlar içi boş sözler olarak kalır; ulusu mobilize etmekte yetersiz bir retorik olmaktan öteye gidemez. Üstelik Osmanlının duraklama, gerileme ve çöküş sürecini sadece 12 yıla sığdırmak tarihi bilmemek demektir. Bu sürecin kilometre taşı 1683’de ikinci Viyana kuşatmasının başarıya ulaşamaması, temel nedenleri ise, imparatorluğun tarihsel diyalektiğinde bilinen, emperyal yorgunluk, yönetimsel ve ekonomik zafiyetlerdir.

Kulağa hoş gelen “cihan devleti” olma söyleminin isabetini ölçmek için önce küresel güç olarak nitelendirilen ABD, Çin ve Rusya’ya ve AB’ne bakalım. Hepsi büyük toprağa ve nüfusa sahip. Hepsi dünyanın başta gelen ekonomik güçleri. Hepsi küresel ekonomide büyük pay sahibi. Hepsi ileri teknoloji üretme yeteneğine sahip. Hepsi araştırma/geliştirmeye yatırım yaparak yaratıcı kapasitesini geliştirmek peşinde. Hepsi büyük birer askeri güç. Hepsi bütün dünya ile diyalog/temas içinde olmaya özen gösteriyor. Bir kısmı temel hak ve özgürlüklere saygılı olmanın kendisine verdiği yumuşak güce de sahip.

Türkiye’nin bu kriterleri karşılayabilen bir ülke olduğunu ileri sürmek gerçekçi değildir. Kaldı ki dünyada bu kriterleri karşılayamayan onca başka ülke var. Bunların her biri siyasi ve ekonomik etkinliğini arttırmayı hedefliyor ama hiçbiri küresel güç olmak iddiasında değil. Bir kısmı insan haklarına, temel özgürlüklere saygı çerçevesinde halklarına demokratik ve kaliteli bir yaşam, refah ve güvenceli bir gelecek sağlamak iddiasında ve bunu başarıyor. Bir kısmı bu hedeflere ulaşmak için samimi bir gayret gösteriyor. Bir kısmı ise ülke geleceğini karartacak çekişmelerle ve bu durumu ulusun dikkatinden kaçıracak gündem oyunlarıyla, özgürlük alanlarını daraltarak, hukuku ve adaleti itibarsızlaştırarak sonraki nesillere bırakacağı kötü mirası hazırlıyor. Bu iki zıt tabloyu somutlaştırmak gerekirse bir tarafa Avrupa’yı bir tarafa Orta Doğu’yu koyabiliriz.

Türkiye bundan bir süre öncesine kadar AB ile değilse bile Avrupa değerleriyle bütünleşmeye doğru yol almakta olduğu izlenimini vermekteydi. Sonra bu izlenimin yanıltıcı olduğu anlaşıldı. Cumhuriyetin kuruluş ilkelerinin sorgulandığı, tablonun göründüğünden çok farklı ve karanlık olduğu ortaya çıktı. Yaklaşık bir asırdır oluşturmaya çalıştığımız demokrasi, hukuk devleti ve laiklik sicilimiz tartışılır hale geldi. Bölgesel nüfuzumuzu arttırmak hedefi doğrultusunda işbirliği ve dostluklarımızı pekiştirmek yerine çevremizde kim varsa hepsiyle kavgalı, çatışmalı hale geldik. Müslüman Kardeşler eksenli bir dış politika ile bölge lideri olma hayalini görürken yalnızlaştık; sorun çözücü ülke olmak yolunda kat ettiğimiz mesafeyi kaybettiğimiz bir yana, kimi sorunların parçası haline geldik. Sorunlara barışçı çözüm arayışlarında güvenilir arabuluculuktan, kendi sorunlarımıza arabulucu arar duruma düştük. Türkiye küresel bir aktör değil, özel ağırlığa sahip bölgesel bir güçtür. Buna mukabil, büyük ölçüde jeostratejik konumu ve jeopolitiğin bahşettiği imkanlar sayesinde yaptıkları ve yapamadıkları ile küresel sonuçlar doğurabilecek bir ülkedir. “Yaptıkları” sözcüğü ile kastettiğimiz, her şeyden önce ve her şeyin üzerinde, Türkiye’nin laiklik temelinde ilerleyen demokrasi deneyiminin başarısının, en küçük bir soru işaretine olanak bırakmayacak, geri çevrilemeyecek biçimde, nihai olarak kanıtlanmasıdır.

Tarih Atatürk’ün önderliğinde başlattığımız Milli Mücadele’yi başarıya ulaştırma fırsatını bize vermişti. Bu ilk fırsatı değerlendirmiş olmamızdan tarihin ulusumuza hep cömert davranacağı ya da ikinci bir fırsat vereceği sonucunu çıkartamayız. Türkiye daha fazla gecikmeye tahammülü olmayan seçimini yapmalı, günlük sığ siyasi hesapları geride bırakan ve partilerüstü bir perspektifle nihai bir karar vermelidir. Seçenekler şunlardan ibarettir:

• Demokrasimizi Batı standartlarına çıkarmak; bunun sağlayacağı yumuşak güçle çevremizde barış ve istikrara katkıda bulunmak; böylelikle dünyanın saygısını kazanmak, veya

• “Karmaşa”, “mezhep çatışması”, “demokrasi açığı” sözcükleriyle tanımlanan Orta Doğu ile bütünleşmek.

Ulusal tercihimiz birinci seçenek doğrultusunda ise halen üzerinde seyretmekte olduğumuz kulvarın bizi o adrese götürmeyeceğinin bilinciyle ve tarih önündeki sorumluluğumuzun idraki içinde gerekli yön düzeltmesini elbirliğiyle yapmak, bunu gerçekleştirecek siyasi koşulları hazırlamak zorundayız.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s