Avrupa’da Yaşayan Türkler

26 Mayıs 2014

Bundan iki sene önce yayınlanan kitabımdan bir bölümün öze ilişkin kısımlarını aşağıda aynen sunuyorum:

Avrupa’daki Türkler, burada yerleşik Müslüman gruplar içerisinde, entegrasyon yönünde en fazla mesafeyi almış ve daima ılımlılığı temsil etmiş olanıdır. Birçok soruna, engellemeye rağmen, gerek yaşam deneyimi gerek varlık birikimi bakımından hatırı sayılır bir konumdadırlar…
Avrupa’daki Türkler, ülkemizin kalkınmasına ciddi katkı sağlamıştır. Bundan da bağımsız olarak devletimizin, onların refahına, esenliğine ve geleceğine kayıtsız kalması düşünülemez. Aksine, mevcut sıkıntılara akılcı, geniş görüşlü çözümler üretmesi, bunlar üzerinde ev sahibi ülkelerle anlayış birliği sağlaması beklenir. Bu esasen yıllardır sürdürülmekte olan bir çaba olup, özellikle kültürlerin çatışması, Avrupa’daki ekonomik sıkıntılar, ırkçılığın yükselmesi, aşırı sağcı partilerin oylarındaki artışlar gibi nedenlerle daha da fazla önem ve güncellik kazanmıştır.
Uluslararası niteliği ağır basan, farklı değer ve öncelikler içeren bir konuda somut tedbir almak kuşkusuz önemlidir. Ancak bu tedbirlerin bekleneni verebilmesi için ortak bir zihinsel alt yapı olması gerekir. Avrupa’da mevcut ortam ise uyum sorununun çözümünü kolaylaştırmamaktadır. Dolayısıyla, gerek ”anavatan” Türkiye’nin gerekse “yeni vatan”ların soruna serinkanlılık ve sağduyu ile eğilmeleri elzemdir. Kanımca, bunu yapabilmek için, geçmiş uygulamaları, biraz da özeleştiri yaparak, irdelemekte yarar bulunmaktadır. Zira özeleştiri olmadan ve herkes kendini karşısındakinin yerine koymadan makul bir çıkış yolu bulmak olanaksızdır.
Biz bu bahiste, Türkiye olarak, kendimize örneğin şunları sorabiliriz:
“Yıllardır sürdürülen, ‘Avrupa’daki vatandaşlarımızın milli-manevi değerlerine bağlı kalmaları’ söylemiyle kastedilen tam olarak nedir?”
“Korkumuz oradaki insanlarımızın Türklüklerini unutmaları, dini inançlarına yabancılaşmaları mıdır?”
“Bu söylem oradaki insanlarımız ve ev sahipleri tarafından nasıl algılanmıştır?”
“Türkiye’nin kendi sorun ve bölünmüşlüklerinin oraya taşınmaması için gereken yapılmış mıdır?”
“Avrupa’daki Türklerin, Türkiye’deki seçimler için orada oy kullanmaları hususundaki siyasi ısrarımızın entegrasyon süreci üzerindeki etkisi ne olabilir?”
“Entegrasyon nerede biter, asimilasyon nerede başlar?”
“Alman vatandaşı bir Türk soylu, Türkiye-Almanya milli maçında sınırsız biçimde Türkiye’yi desteklediğinde ortalama Alman ne düşünebilir?”
Ben, bir kısmı da sembolik bu soruların tümünün ayrıntılı yanıtlarını bulmak iddiasında değilim. Ancak, bu sorular, geniş bir zeminde yanıtlanmadıkça, yanıtlar içimize sinmedikçe ve “ikinci vatan”larca da içtenlikle paylaşılmadıkça mevcut ve çıkması olası yeni sorunlar aşılamaz.
Kanımca, Avrupa’da yaşayan vatandaşlarımızın bir aidiyet, bir kimlik öğesi olarak Türklüklerini kaybetmeleri, dini inançlarından uzaklaşmaları gibi bir olasılık veya bunu sağlamaya yönelik baskıcı devlet politikaları hiçbir zaman söz konusu olmamıştır. Buna rağmen, vatandaşlarımızın anayurt ve inançlarına bağlılıklarına adeta bir güvensizlik anlamına gelen ve aralıksız sürdürülen “milli-manevi değerler” vurgusu, vatandaşlarımızın oradaki çevrelerine ve o çevrenin de kendilerine kuşku ile bakmaları sonucunu doğurmuş ve uyum sürecinin ivmesini yavaşlatmıştır. Bu da, “ikinci vatan” ülkelerdeki aşırı uçlara malzeme sağlamıştır. Avrupa ülkelerinde Türkiye’deki seçimler için sandık açmaktaki ısrarımızı da doğrusu anlayabilmiş değilim. Kanımca hedef o ülkelerin vatandaşlığı ve oranın siyaset yaşamına katılmak olmalıdır. Paris’te 40.000 Türk yürüdü, slogan attı ama Senato sözde soykırımın inkârını cezalandıran yasayı onayladı. Fransa’da sesi duyulan birkaç Türk kökenli Fransız siyasetçi olsaydı kanımca bunun davamıza daha fazla yararı olurdu. Bu bağlamda, Senato’daki tartışma sırasında yasa aleyhine çaba gösteren Senatörlerden birinin de, İstanbul kökenli Musevi Senatör Esther Benbassa olduğunu kaydedeyim.
Şimdi “Entegrasyona evet, asimilasyona hayır.” diyoruz. Bu doğru bir söylemdir; ancak içeriği üzerinde Türkiye ile Batı Avrupa ülkeleri, özellikle Almanya arasında anlayış birliği olması gerekir. Ben şahsen, Batı Avrupa’da aklı başında hiç kimsenin, Türkleri kafasının içinden saç rengine uzanan bir yelpazede farklı bir kimliğe kavuşturabileceğine inandığını, böyle bir şeyi düşleyebildiğini sanmıyorum. Onların kökenlerini, inançlarını unutmalarını sağlamak ne olanaklıdır ne de Batı’nın savunageldiği demokrasi ve insan hakları değerleri ile bağdaşır. Önemli olan, vatandaşlarımızın bulundukları ülkelerin dilini öğrenmeleri, yaşam biçimini benimsemeleri, o ülkelerin vatandaşlığını kazanmaları durumunda da bunun bazı mükellefiyetleri de beraberinde getirdiğini içlerine sindirmeleridir. Ev sahibi ülkeler bakımından göz ardı edilmemesi gereken gerçek ise, vatandaşlarımızın/ soydaşlarımızın köklerini unutmayacakları, inançlarından vazgeçmeyecekleri ve Türkiye ile ilgili bir konu gündeme geldiğinde daima Türkiye’ye arka çıkacaklarıdır. Bu, benim Batı’da görev yaptığım çok kültürlü ülkelerin özelliğidir.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s