14 Nisan 2014
Ukrayna ile ilgili gelişmeler uluslararası gündemin ilk sırasına oturdu. Bir yanda gerilim diğer yanda diplomatik çabalar var. Ancak bu çabaların ne kadarı gerilimin ne kadarı çözüm arayışlarının parçası biraz bekleyip görmek gerekiyor. Bu arada, biraz tekrar pahasına, bu yazının başlığını oluşturan diğer iki önemli konuda hangi noktada bulunduğumuzu kısaca hatırlamakta yarar olabilir.
İran ve P5+1, 23 Kasım 2013 tarihinde Cenevre’de, İran’ın nükleer programına ilişkin Ortak Eylem Planı üzerinde mutabakata varmışlardı.
Bu belge, İran’ın, nükleer silah üretiminin olmazsa olmazı uranyum zenginleştirme faaliyetini %5 düzeyinde dondurmasını, ileri düzeyde zenginleştirilmiş uranyum stoklarını tasfiye etmesini, nükleer tesislerini Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (IAEA) yetkililerinin denetimine bugüne kadar olmadığı düzeyde açmasını, buna karşılık P5+1’in de yaptırımlar rejimine getirecekleri esneklikle İran’a yaklaşık 7 milyar dolarlık bir imkan sağlamasını içermekteydi. Bu mutabakatın altı ay süreyle geçerli olması, ancak karşılıklı rıza ile uzatılabilmesi nihai anlaşmanın ise bir yıl içinde uygulamaya konulması kararlaştırılmıştı. Ortak Eylem Planının uygulamaya konulacağı tarih de bilahare, 20 Ocak 2014 olarak belirlenmişti.
Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı, anılan tarihte, İran’ın Ortak Eylem Planının yürürlüğe konulması için gerekli şartları yerine getirdiğini açıkladı. Buna karşılık olarak da yaptırımlarda yumuşamaya gidildi.
P5+1 ve İran, 20 Ocaktan bu yana müzakereleri sürdürdüler. Son olarak da 8-9 Nisan 2014 tarihlerinde Viyana’da bir araya geldiler. Görüşmeler sonrasında, tarafların 13 Mayıs’ta kapsamlı çözüm belgesini kaleme almak üzere tekrar buluşacakları açıklandı. Ortak Eylem Planında öngörülen süre 20 Temmuz’da dolacak. Dolayısıyla tarafların o tarihe kadar kalıcı çözüm üzerinde mutabakat sağlamaları veya altı aylık bir uzatmaya gitmeleri gerekecek. Bir başka deyişle, taraflar belirledikleri müzakere sürecinde yolun yarısına geldiler.
Son Viyana görüşmelerinden sonra yapılan açıklamalarda iyimserlikle ihtiyatlılık yan yana. Örneğin ABD yetkilileri “kapsamlı çözümde yer alabilecek bütün ama bütün konuların derinlemesine ele alındığını, tarafların bugüne kadar Ortak Eylem Planında yer alan taahhütlerine tamamen sadık kaldıklarını, bunun herkese güven verdiğini, ancak şimdi yazım çalışmasının başlayacağını, bunun kolay olmayacağını, hiç anlaşma olmamasını kötü bir anlaşmaya tercih edeceklerini” belirtiyorlar. “Üzerinde anlaşma sağlanamayan tek bir husus olması halinde dahi anlaşmaya varılmış olmayacağını” vurguluyorlar.
İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif tartışılan konuların % 50-60’ı üzerinde mutabakat olduğunu, ancak geri kalanların da büyük önem taşıdığını söylüyor ancak o da ihtiyatı elden bırakmıyor. Özetle, P5+1 ile İran arasındaki müzakere süreci kritik bir noktaya gelmiş bulunuyor.
Diğer yandan ABD’nin, İran’ın BM Daimi Temsilcisi olarak atamak istediği Ebutalebi’ye vize vermeyi reddetmesinin nükleer programa ilişkin müzakere sürecinin genel havasını etkileyip etkilemeyeceğini de görmek gerekiyor. ABD, Ebutalebi’nin 1979 devrimi sırasında Tahran’daki Büyükelçiliğini basarak misyon mensuplarını bir buçuk yıl süreyle rehin alan grubun mensuplarından biri olduğu kanaatinde. İran tarafının, Amerikan vetosuna bu süreç içerisinde olmasa dahi mutlaka bir karşılık vereceğini öngörmek yanlış olmaz.
“Suriye’nin Kimyasal Silahlarının Tasfiyesine İlişkin Çerçeve” ise 14 Eylül 2013 tarihinde ABD ve Rusya arasında oluşturulmuş, daha sonra da Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü ile Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tarafından da onaylanmıştı. Hatırlanacağı üzere söz konusu mutabakat, Suriye’nin kimyasal silah envanterini, tüm ayrıntılarıyla bir hafta içinde teslim etmesini; Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü (KSYÖ) yetkililerine, BM mensuplarına ve destek personeline, ülkede kimyasal silah bulunan tüm mahallere derhal ve engelsiz erişim ve denetim olanağı sağlamasını; bu silahların üretiminde kullanılan araçların Kasım ayında, kimyasal silahların tümünün ise 2014’ün ilk altı ayında imha edilmesini öngörmekteydi.
Bazı gecikmeler olsa da bu süreç yürümekte. Suriye’nin kimyasal silah üretim olanakları tasfiye edilmekle birlikte kimyasal silah stokunun sadece % 54’ü ülke dışına çıkarılabildi. Suriye makamları Nisan ayının sonuna kadar bütün stoklarını teslim edeceklerini söylemelerine rağmen, bunun gerçekleşmesi ve silahlarının tümünün 30 Haziran 2014’de imha edilmesi biraz güç görünüyor. Ancak gecikmeler olsa da program şimdilik yürüyor ve Esad yönetimi muhtemelen bu konudaki beklentileri karşılamasının kendisinin uluslararası pozisyonunu güçlendireceğini düşünüyor.
Son günlerde Suriye’de yeniden kimyasal silah kullanıldığına ilişkin karşılıklı suçlamalar var. Anlaşılan Suriye’nin kimyasal silah stoklarının tümü ülke dışına çıkarılıp imha edilse de bu sorun bitmeyecek ve belki de ilerde başka boyutlar kazanarak devam edecek. Bu hiç kuşku yok ki bizim çok dikkatli davranmamızı gerektiren bir konu.
İran ve Suriye ile karadan, Ukrayna ise Karadeniz üzerinden komşuyuz. Bırakalım diğer komşularımızı ve sorunları, bu üç ülkenin durumu dahi Türk dış politikasının odağında barış arayışlarının bulunması gerektiğini ortaya koymaya yeter.