(Bu yazı, dostum ve meslektaşım Emekli Büyükelçi Yusuf Buluç’la birlikte kaleme alınmıştır.)
1 Mart 2014
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun 18 Kasım 2013 tarihinde Vaşington’da Dışişleri Bakanı John Kerry ile gerçekleştirdiği görüşme, daha sonraki basın toplantısının da ortaya koyduğu üzere, ilişkilerde “reset” arayışı içerisinde olduğumuzu göstermekteydi(*).
İki Bakan, Suriye’nin Dostları grubunun 12 Ocak 2014’de Paris’de düzenlenen toplantısı vesilesiyle tekrar ikili bir görüşme gerçekleştirdiler. Daha sonra da bir basın toplantısı düzenlediler. Tutanağı ABD Dışişleri tarafından yayınlanan basın toplantısının başında Kerry sözü Davutoğlu’na bırakmış. Dışişleri Bakanımız da, daha önce yaptığı üzere, Türkiye-ABD işbirliğinin stratejik bir önem taşıdığını, bunun on yıllardır, asırlardır böyle olduğunu, günümüzde Türkiye-ABD işbirliğinin ve değişik sorunlara ilişkin stratejik danışmaların daha da önem kazandığını söylemiş. Daha sonra Suriye, Irak ve Kıbrıs meselelerine kısaca değinerek ABD’nin Türkiye için stratejik bir müttefik olduğunu, danışmalarımızın bölgesel ve küresel barış açısından önem taşıdığını tekrarlamış.
Bu noktada Kerry Bakanımıza, “Türkiye-ABD ve iç politika” konusunda bir şey söylemeyi isteyip istemediğini, bunu kendisinin (Kerry’nin) yapmasını tercih edip etmeyeceğini sormuş. Davutoğlu da Kerry’nin konuya değinebileceğini, gerekirse kendisinin bir açıklamada bulunabileceğini söylemiş.
Kerry de Davutoğlu’na, çeşitli konularda birlikte çalıştıkları için teşekkürle başlayarak, Suriye, Irak, İran nükleer programı, Türkiye-İsrail ilişkilerine kısaca değindikten sonra şöyle konuşmuş:
“Görüşmemizde, hukukun üstünlüğüne, demokrasiye ve birbirimizin (iç) siyasi sürecine saygı göstermeye olan bağlılığımızı da konuştuk. Zannederim Bakan Davutoğlu, ABD’nin Türkiye’nin iç siyasetine veya seçim sürecine müdahil olmakta hiçbir çıkarı bulunmadığını anladı. Böyle bir niyetimiz yok ve Bakan da bunu anladı. Dolayısıyla önemli olan, iki müttefik ve dost olarak, aramızdaki ilişkinin güçlü bir biçimde sürdürülmesine, sorun yaratmaya değil sorunları çözmeye önem verdiğimizi halklarımızın duyacağı şekilde seslendirmeye devam etmemizdir. Bakan Davutoğlu’na, hukukun üstünlüğü ile demokrasiye, bunlara olan bağlılığımıza, ABD’nin bu tür bir faaliyet içerisinde olmadığına, dolayısıyla ortamı sakinleştirip iki ülke bakımından değer taşıyan konulara odaklanmamızda yarar bulunduğuna ilişkin kesin ifadeleri için müteşekkirim.”
Daha sonra da Dışişleri Bakanı Davutoğlu, ABD-Türkiye ilişkilerinin uluslararası alanda en iyi yapılandırılmış ilişkiler arasında yer aldığını, Türk demokrasisinin olgun bir demokrasi olduğunu, işbirliğimizin her yerde demokrasi için önem taşıdığını belirtmiş.
Yukarıda bir özetini sunduğumuz basın toplantısının yorumuna gelince söylenebilecek olan, Kerry’nin Hükümetin 17 Aralık’tan sonraki “dış mihraklar” söyleminden, Ankara Büyükelçisi Ricciardone’yi suçlar nitelikteki ve “istenmeyen kişi” olarak Türkiye’den uzaklaştırılması tehdidini içeren beyanlarından ve bunun Hükümete yakın olarak bilinen medyada dillendiriliş biçiminden duyduğu rahatsızlığı çok kuvvetli biçimde ifade ettiğidir. Basın toplantısının içeriği kadar cereyan tarzının da önemli olduğunu kaydetmeliyiz. Gerçekten, bu tip ortak basın toplantılarında taraflardan birinin diğerine, müzakerelerde ele alınan bir konuya değinmeyi ihmal ettiğini bu denli uyarıcı ifadelerle hatırlatması alışılagelmiş bir durum değildir.
Beyaz Saray da, Başkan Obama ile Başbakan Erdoğan arasında 19 Şubat 2014 tarihinde gerçekleştirilen telefon görüşmesi hakkında aşağıdaki açıklamayı yaptı:
“… Başkan, güçlü, karşılıklı saygıya dayalı bir ikili ilişkiye verdiği değeri teyit etti ve Türkiye’nin olumlu yaklaşımlarla (through positive engagement) dünyada liderlik sergileyebileceği kanaatini dile getirdi. Başkan ve Başbakan, Suriye’de artan terörist mevcudiyetiyle başa çıkmak ve Suriye sorununa siyasi bir çözüm bulunmasına yönelik çabaları desteklemek amacıyla iki ülke arasında yakın işbirliği yapılmasının önemli olduğunda mutabık kaldılar. Başkan ve Başbakan, Bağdat ve Erbil’in enerji konularında ortak bir zemin bulmalarını teşvik etmenin ve varacakları anlaşmayı desteklemenin önemi üzerinde durdular. Başkan, Kıbrıs sorununun çözüme ulaştırılmasına yönelik müzakerelerin canlandırılmasında oynadığı yapıcı rol için Başbakan’a teşekkür etti. Başbakan, Boeing 737 Barış Kartalı’nın Cuma günü yapılan atış törenine değindi. Başkan ve Başbakan, İsrail’le ilişkilerin normalleştirilmesine ilişkin anlaşmanın hızla sonuçlandırılmasının önemini konuştular. Liderler, küresel ekonominin güçlü, sürdürülebilir ve dengeli biçimde büyümesi ihtiyacı üzerinde de durdular ve Başkan, hukukun üstünlüğüne dayalı sağlam politikaların, mali piyasalara güven vermek, istikrarlı bir yatırım ortamını idame ettirmek, ikili ilişkileri güçlendirmek ve Türkiye’nin geleceğine katkı sağlamak bakımından taşıdığı öneme değindi.”
Kanaatimizce bu açıklama, Kerry-Davutoğlu basın toplantısıyla birlikte okunduğunda, Hükümetimizin, Türkiye-ABD ilişkilerinde başlattığı “reset” girişiminin amacına varabilmesi için daha fazla çaba göstermesi gerektiğini ortaya koymaktadır. Açıklamanın satırları kadar satır aralarının da önemli mesajlar içerdiği dikkat çekmektedir. Anlaşıldığı kadarıyla telefon görüşmesinde tek olumlu ve iki liderin görüş birliği içerisinde oldukları konu Kıbrıs’ ta müzakerelerin yeniden başlatılmasıyla sınırlı kalmış. Başkan Obama, Suriye konusunda daha yakın bir işbirliğine ihtiyaç olduğunu ifade etmiş. Açıklamadan ABD’nin, ülkemizin Bağdat ile Erbil arasındaki, petrol ve doğal gaz kaynaklarının kullanımı konusundaki anlaşmazlığa ilişkin tutumunda da bir “reset ” beklentisi içinde olduğu anlaşılıyor. Tabiatıyla, Türkiye’nin İsrail’le ilişkilerinin normalleştirilmesini sağlayacak sürecin hızlandırılması ihtiyacını dile getirenin Başbakan Erdoğan değil Başkan Obama olduğunu da kabul etmek durumundayız.
Dışişleri Bakanları Kerry ve Davutoğlu görüşmesini takiben, iki liderin telefon konuşmasında da “hukuk devleti”ne değinilmesi, ülkemizde yaşanmakta olan iç siyasi gelişmelerin ABD tarafında demokrasimizin geleceği bakımından kaygı uyandırdığına işaret etmektedir. Beyaz Saray açıklamasının bunun menfi ekonomik yansımaları olabileceğine dikkat çeken bir dille kaleme alınmış olması, siyasi ve ekonomik istikrar arasındaki bağlantı bakımından bir uyarı olarak değerlendirilmelidir.
ABD’nin ve dünyanın en önemli kanaat oluşturucu yayın organlarından biri olan New York Times gazetesinde 21 Şubat 2014 tarihinde yayınlanan başyazıda, son yıllarda ülkemiz hakkında dile getirilmiş en karamsar görüşlere yer verildi. Yargıya ilişkin yeni yasal düzenlemelere, internet yasasına, Freedom House’ın Türkiye’de basın özgürlüğüne ilişkin uyarılarına, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’nın bu gelişmelere karşı çıktığına değinildi. Başyazıda, Obama-Erdoğan görüşmesine ilişkin Beyaz Saray açıklamasına atıfla, bu açıklamadan Başkan’ın Türkiye’nin tehlikeli bir yola girdiği mesajını açıkça verip vermediğinin anlaşılamadığı da ifade edildi.
Sonuç olarak şu söylenebilir: ABD Türkiye’deki siyasi gelişmelerden ve bunun ikili ilişkilere yansıma biçiminden mutlu değil. Uyarılarda bulunuyor ancak bunları dışarıya ölçülü biçimde yansıtıyor. Kaldı ki sorun bundan ibaret değil. Suriye ve Irak politikalarımızın tam örtüşmemesinden kaynaklanan sıkıntılar da mevcut. Ama en önemlisi Türk iç siyasetinin nereye yöneldiği, olumsuz gidişatın Türkiye’yi nasıl bir jeopolitik zemine oturtacağı ve bunun bölgesel ve bölge ötesi yansımalarının ne olacağı… Görünen o ki, Türk demokrasisi inandırıcı bir hamle yapamadığı sürece “reset” de bir temenni olmaktan öteye gidemeyecek.
Aslında sorun sadece Türkiye-ABD ilişkilerinde “reset” de değildir. Bir süredir devam eden ve 17 Aralık 2013’de tam anlamıyla açığa çıkan AKP-Cemaat mücadelesinin, bunun geçmişinin, Hükümetin olaya tepki çerçevesinde aldığı idari önlemlerin, çıkardığı ve çıkarmak niyetinde olduğu yeni yasaların ülkemizin kimliğinde temel bazı değişikliklere yol açtığı, dış dünyanın Türkiye algılamasında olumsuz yansımalara neden olduğu, demokratik performansımıza verilen notu düşürdüğü açıktır. Kutuplaşmanın Orta Doğu’da belki de en büyük sorunu teşkil ettiği bir dönemde Türkiye’nin de giderek böyle, üstelik çok boyutlu bir sarmala kapılmakta olması ulusal güvenliğimizi tehlikeye sokacağı gibi, ülkemize yönelik küresel beklentilerle de çelişmektedir. Bu tablonun, dış politikadaki etkinliğimiz üzerinde olumsuz etkileri olacağı, her zaman önemini vurguladığımız “yumuşak gücü” yok edeceği kuşkusuzdur. Unutmamak gerekir ki bugünün dünyasında dış politikada güçlü olmak ancak demokrasi, iç barış ve sağlam bir ekonomi ile mümkündür. İçerde güçlü olmayanın dışarıda güçlü olamayacağı uluslararası ilişkilerin temel kuralıdır.
——————————————————————————————–
(*) 15 Aralık 2013 tarihli “Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun Vaşington’u Ziyareti” başlıklı yazı ile 13 Ocak 2014 tarihli ”Türkiye-ABD İlişkilerinde ‘Reset’ Devam Ediyor” başlıklı yazı.