Tunus Bir Ümit Işığı Olabilecek mi?

30 Ocak 2014

İki sene önce yayınladığım kitabımın “Arap Baharı” bölümünde şöyle demiştim:

“Tunus’taki gelişme biraz farklı oldu. İslami olarak nitelendirilen Ennahda % 41 oyla seçimleri (Ekim 2011) birinci sırada bitirdi ve 217 üyeli parlamentoda 90 sandalye sahibi oldu. Büyük liberal partiler % 34 oyla 73 sandalye kazandılar. Esas itibariyle yeni Tunus anayasasını hazırlamakla görevli yeni Parlamentonun yapması gereken ilk işlerden biri de Cumhurbaşkanı seçimi idi. Tunus Parlamentosu 12 Aralık 2011 tarihinde bu göreve laik ve merkez-sol eğilimli Cumhuriyetçi Kongre Partisi lideri Monsef Marzuki’yi seçti.

“Tunus Avrupa’ya yakınlığı, nispeten küçük bir turizm ülkesi olması nedeniyle kuşkusuz Batılı değerlere daha yakın bir ülkedir. Seçim sonuçları da bunu yansıtmış ve Cumhurbaşkanlığı seçiminde sağlanan uzlaşı gelecek için umut verici bir işaret teşkil etmiştir. Buna rağmen Mısır, Arap dünyası içerisindeki merkezi konumu, 80 milyonluk nüfusu ile daha büyük bir uluslararası ilginin odağındadır. Oysa, Arap baharının Tunus’ta, kendi öz dinamikleriyle başarılı bir örnek yaratabilmesi, Mısır’ın özel konumundan kaynaklanan stratejik hesaplardan daha az önemli değildir. Bu, Türkiye’nin bir esin kaynağı teşkil etmesinden farklı bir olgudur.”

(En son gözlemimde maalesef yanılmışım zira Türkiye Arap baharı için esin kaynağı olamadı. Çünkü esin kaynağı olabilmek için biraz farklı bir konumda, yukarıda, görünür bir yerde durmamız gerekiyordu. Biz ise boş ümitlerin peşinde bölgesel karmaşanın içine daldık, içerde ise bitmek bilmeyen “hesaplaşma”larımızdan bir yenisine başladık…)

Tunus’a bağladığım ümitler devam ettiği için, yeni yıla girerken bloguma koyduğum,  “2013’den 2014’e” başlıklı yazının sonunda, bölgenin karmaşa/çatışma tablosu içerisinde iyimserlik ilham edebilecek dört hususa değindiğim bölümü şu ifadelerle tamamlamıştım:

Nihayet dördüncüsü ve belki de en önemlisi, Tunus’ta İslamcı Ennahda ile laik muhalefet arasında, 2014’de yapılması öngörülen genel seçimlere kadar ülkeyi yönetecek bir geçici hükümet kurulması üzerinde mutabakata varılmasıdır. “En önemlisi” diyorum zira bu mutabakat, tam anlamıyla uygulanabildiği takdirde, Orta Doğu’ya hakim “ya hep ya hiç” yaklaşımının bir kenara konulabileceğinin ilk somut örneğini oluşturacaktır.”

Tunus, 2011 seçimlerinden sonra Mısır, Suriye gibi büyük bir karmaşa veya çatışma yaşamadı. Bununla birlikte arzulanan istikrar da sağlanamadı. İslamcı radikallerin tutumları, kadının statüsüne ilişkin kaygılar, “ılımlı İslam”ı temsil ettiği söylenen Ennahda’ya desteği azalttı. Tanınmış, saygın iki laik siyasi liderin suikastler sonucu hayatlarını kaybetmeleri ortamı gerdi ve geniş çapta hükümet aleyhtarı gösteriler başladı. Toplumda derin bir bölünme oldu ancak bu tam bir kutuplaşmaya varmadı. Gösteriler Mısır’daki gibi can kaybına yol açmadı. Çünkü, Zine Abidin Ben Ali’nin devrilmesinden sonra poliste ciddi bir tasfiye yapılmıştı. Tunus ordusu da esasen siyasetin dışındaydı. Ancak suikastlerin derin kaygıya sevk ettiği muhalefet, bu ortamda 2014 ilkbaharında yapılması planlanan seçimlere kadar ülkeyi yönetecek bağımsız/tarafsız bir hükümet kurulmasında ısrar etti. Ennahda içinde buna şiddetle karşı çıkanlar, “biz taviz partisi miyiz?” diyenler çıktıysa da neticede aklıselim siyasete egemen oldu ve bir geçiş hükümeti konusunda anlaşmaya varıldı. Ennahda Partisinin Başbakanı Ali Larayed 9 Ocak 2014 tarihinde istifasını verdi. Cumhurbaşkanı Marzuki, yeni hükümeti kurmakla Larayed hükümetinin Sanayi Bakanı, bağımsız siyasetçi Mehdi Cuma’yı görevlendirdi.

Şunu da önemle kaydetmek gerekir ki, Başbakanlığı bırakan Ali Larayed, 1990’da tutuklanmış ve 14 yılını cezaevinde geçirmiş bir devlet adamı. Bu uzlaşıda onun muhatabı olan laik kesimin temsilcisi Beji Said Essebsi ise çeşitli dönemlerde bakanlık yapmış, Tunus devriminden sonra da kısa bir süre başbakanlık görevini üstlenmiş bir lider. Bir başka deyişle, Arap baharında ilk kez değişik siyasi kutuplar, fizik biliminin temel kuralına uydu. Birbirini itmek yerine çekti. Bu elbette kolay olmadı ama oldu. Bu siyasette ortak zemin arayışına bir örnektir.

İkinci önemli gelişme, Tunus Ulusal Meclisi’nin de iki yıldır üzerinde çalışılan anayasa tasarısını 26 Ocak 2014 tarihinde kabul etmesi oldu. Anayasa oylamasında, 200 olumlu, 12 olumsuz ve 4 çekimser oy kullanıldı. Eski Ennahda Başkanı ve radikal görüşlü Sadık Şoru, kısa bir süre önce, anayasayı “ölü doğmuş çocuk” olarak nitelemekteydi. Çünkü devletin dininin İslam olduğunun bir anayasa hükmü olması kendisini tatmin etmiyor; Tunus’un bir İslam devleti olmasını, şeriatı istiyordu. Elbette laik kesimde de mutlu olmayanlar var.  Ancak kim ne derse desin, taraflar  bir uzlaşıya vardılar. Ennahda uç noktalardaki ısrarından vazgeçti. Buna mukabil laik muhalefet de tutumunu yumuşattı. Neticede bir al-ver sonucu ortaya çıkan anayasa metnini bir çelişkiler manzumesi olarak niteleyeler olduğu gibi bunu Arap dünyasının en ileri anayasası olarak görenler de var.  Esasen her zaman ifade ettiğim üzere, önemli olan anayasa metinleri değil, uygulamadır. Dünyanın en mükemmel anayasası ile ülkenizi en kötü biçimde yönetebilirsiniz. Sadece yön verici bir anayasa ile en ileri standartları yakalayabilirsiniz. Bu bir siyasi kültür ve tercih meselesidir.

 

Anayasanın dibacesinde İslami öğretiye bir atıf var. 1. Maddede, Tunus’un özgür, bağımsız, egemen bir devlet, dininin İslam, dilinin Arapça ve rejiminin cumhuriyet olduğu kayıtlı. 2. Maddede ise, “Tunus’un vatandaşlık esasına, halk iradesine ve hukukun üstünlüğüne dayalı sivil nitelikli bir devlet olduğu” kaydediliyor. Bunlar anayasanın değişmez nitelikteki hükümleri. Şeriata herhangi bir yollamada bulunulmuyor. 6. Maddede inanç, vicdan ve ibadet özgürlülüğüne değiniliyor. Devlete “kutsalı koruma” yükümlülüğü getiriliyor. İslamiyet’in anayasadaki yeri meselesinden sonra anayasa çalışmalarının en tartışmalı konusu kadının statüsü idi. Verilen mücadele ve varılan uzlaşı sonucu kadın-erkek eşitliğini tanıyan ve kadının siyasi hayata katılımını teşvik eden hükümler içeren Tunus anayasasının, Arap ülkeleri arasında kadına en ileri statüyü tanımakta olduğu yorumları yapılıyor.

Yeni anayasanın yargı bağımsızlığını güçlendiriyor olması da, İslamcı-laik çekişmesinin devam edecek olması bakımından,  yorumcuların olumlu buldukları bir başka önemli husus.

Anayasanın kabulü ve yeni tarafsız hükümetin kurulması üzerine dünyanın dört bir yanından tebrik mesajları yağmaya, övgü dolu açıklamalar yapılmaya başlandı. En çok söylenen, Tunus’un bir örnek teşkil etmesi gerektiği.

 

Yeni Başbakan Mehdi Cuma 28 Ocak’ta yeni hükümeti kurduğuna göre şimdilik  taşlar yerine oturmuş görünüyor. Bundan sonra Tunus’un önünde bir genel seçim var. Ancak esas sınav ondan sonra gelecek çünkü yeni iktidarın bu anayasayı nasıl bir anlayışla uygulayacağı o zaman anlaşılabilecek. Seçim sonrası kurulacak hükümetin anayasanın yazımında yaratılan yapıcı ortamı kendi iktidarı döneminde de sürdürebilmesi, aşırı uçları kontrol edebilmesi yaşamsal önem taşıyacak.

Tunus yeni anayasası üzerindeki çalışmalarını sürdürürken, Mısır da anayasa referandumunu gerçekleştirdi. Mursi anayasası %33 katılım ve %64 “evet” oyuyla kabul edilmişken yeni anayasa %38.6 katılımla ve %98.1 “evet” oyuyla halk tarafından onaylandı. Katılımın düşüklüğü, Müslüman Kardeşlerin boykotu yanında başka nedenleri de olan bir sorun ama yine de “halkın siyasete katılımı” açısından düş kırıcı bir durum. Anayasa onaylandı ama “kutuplaşma” ülkeyi germeye devam ediyor. Her gün birileri itham ediliyor, basın mensupları tutuklanıyor. 25 Ocak 2014 tarihinde Kahire’nin merkezinde düzenlenen eş zamanlı terör eylemlerinde 6 kişi hayatını kaybetti, yüzden fazla kişi yaralandı. Mısır’da Hüsnü Mübarek’in iktidardan ayrılmasıyla sonuçlanan muhalif hareketin üçüncü yıldönümünde düzenlenen gösterilerde 49 kişi yaşamını yitirdi. Bu arada el Sisi’nin Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aday olacağı açıklandı. Demir parmaklıklar arkasındaki Mursi’nin yargılanmasına başlandı. Sanki “Mübarek’in sonu” filmini başka bir kurguyla tekrar seyreder gibiyiz. Özetle, Mısır’da işler iyi gitmiyor. Libya da durum çok farklı değil. Irak’ta El Kaide’ye karşı mücadele veriliyor. Cenevre sürecinde bir çıkış yolu bulunamaz ise iç savaş Suriye’yi en kötü olasılıklara doğru sürükleyebilir.

Özetle, Yemen’deki “Ulusal Diyalog” çalışmasının tamamlanmış olmasını bir yana koyarsak, Arap ufkundaki tek ümit Tunus’un barış ve uzlaşıya dayalı bir demokratik evrim sürecine girebilmesidir. Batı, diğer bölgesel sorunları bir kenara koyamasa bile “Tunus örneği”nin başarısı için elindeki tüm imkanları seferber etmelidir. Ancak Tunusluların istediği ölçüde, biçimde ve tercihan siyasi değil ekonomik destekle.

 

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s