16 Ocak 2014
ABD ve Rusya, ilişkilerinin “soğuk” olarak nitelendirilebilecek bir döneminde, 14 Eylül 2013 tarihinde, Cenevre’de, “Suriye’nin Kimyasal Silahlarının Tasfiyesine İlişkin Çerçeve” üzerinde mutabakata vardılar. Bu mutabakatın mimarları olan Dışişleri Bakanları, John Kerry ve Sergey Lavrov, uzun bir basın toplantısı ile metni dünya kamuoyuna açıkladılar. Basın toplantısında John Kerry, ABD ve Rusya’nın öteden beri, Suriye sorununun askeri değil siyasi yöntemlerle, müzakere masasında çözümlenebileceği noktasında görüş birliği içinde olduklarını, dolayısıyla siyasi süreci canlandırmaya ve silahsızlandırma ile arasında paralellik sağlamaya yönelik bir çaba içerisine gireceklerini açık biçimde dile getirdi.
Hatırlanacağı üzere söz konusu mutabakat, Suriye’nin kimyasal silah envanterini, tüm ayrıntılarıyla bir hafta içinde teslim etmesini; Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü (KSYÖ) yetkililerine, BM mensuplarına ve destek personeline, ülkede kimyasal silah bulunan tüm mahallere derhal ve engelsiz erişim ve denetim olanağı sağlamasını; bu silahların üretiminde kullanılan araçların Kasım ayında, kimyasal silahların tümünün ise 2014’ün ilk altı ayında imha edilmesini öngörmekteydi. Daha sonra Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi ve KSYÖ tarafından onaylanan mutabakat, söz konusu silahlarının savaş durumu nedeniyle ülke dışına çıkarılarak imhasına da imkan vermekteydi.
Bugüne kadarki gelişmeler bu iddialı takvime uygundur. Suriye kimyasal silah envanterini zamanında uluslararası mercilere sunmuş; üretim olanakları yerinde tasfiye edilmiş ve ilk kimyasal silah yükü, 7 Ocak 2014 tarihinde Danimarka bandıralı bir ticaret gemisiyle Lazkiye limanından ülke dışına çıkarılmıştır. Bu silahlar daha sonra, Amerikan Denizcilik İdaresine ait MV Cape Ray gemisine nakledilerek açık denizde imha edilecektir. Ancak silahların çatışma ortamında Suriye içinde taşınmasının güvenlik sorunları yarattığı, dolayısıyla bazı gecikmeler olabileceği anlaşılmaktadır ki bu da şaşırtıcı değildir. Bütün bu faaliyet bir grup ülkenin işbirliği ile gerçekleştirilmiştir. Bu bağlamda ne Suudi Arabistan’ın, ne Katar’ın, ne de Türkiye’nin adının geçmediğini kaydedeyim. Elbette, soruna taraf olunca çözümün parçası olamıyorsunuz. Danimarka gemisine, güvenlik amacıyla, yine bu ülkeden, Rusya, Çin ve Norveç’ten savaş gemileri refakat etmiş. Keşke onların yanında Türk bayraklı bir gemi de olabilseydi.
Suriye kimyasal silahlarının tasfiyesi, öngörüldüğü şekilde tamamlanabildiği takdirde, kendi başına hatırı sayılır bir başarı teşkil edecek olmakla birlikte, bunun kadar önemli olan, söz konusu sürecin siyasi/diplomatik çözüm için ciddi bir dinamik yaratmasıdır. Bu beklentiye, 22 Ocak 2014 tarihinde düzenlenecek Cenevre II toplantısıyla içerik kazandırılması umuluyor.
Hatırlanacağı üzere, Suriye sorununa siyasi/diplomatik bir çözüm arayışı çerçevesinde, 30 Haziran 2012 tarihinde, Cenevre’de “Suriye Ortak Eylem Grubu” adı altında bir toplantı düzenlenmiş ve sonunda bir bildiri yayınlanmıştı. Bu nedenle, 22 Ocak’ta düzenlenmesi öngörülen toplantı, aslında Montrö’de gerçekleştirilecek olmakla birlikte, “Cenevre II” olarak adlandırılmaktadır. Birinci Cenevre toplantısına, Birleşmiş Milletler ve Arap Ligi Genel Sekreterleri, Çin, Fransa, Rusya, İngiltere, ABD, Türkiye, Irak, Kuveyt, Katar Dışişleri Bakanları ile AB’nin Dış ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi katılmışlardı. Toplantıya Birleşmiş Milletler ve Arap Ligi’nin Suriye Özel Temsilcisi, BM eski Genel Sekreteri Kofi Annan başkanlık etmişti. Kofi Annan kısa bir süre sonra çabalarının sonuç vermemesi nedeniyle bu görevi bıraktı ve yerine Cezayir eski Dışişleri Bakanı Lakhdar Brahimi getirildi.
Yerleşik uluslararası siyasi/diplomatik yöntem, belirli bir amaca varmak üzere düzenlenen toplantıların bir süreç oluşturması, her aşamada kaydedilen ilerlemenin bir sonraki safhanın hareket noktasını teşkil etmesidir. Bir başka deyişle, 22 Ocak’ta bir toplantı düzenlenebildiği takdirde herkesin bakacağı ilk belge, elbette birçok başka husus yanında, Cenevre I bildirisi olacaktır. Nitekim, ABD Dışişleri Bakanı Kerry bugün basına, Cenevre II’nin amacının sadece ve sadece Cenevre I bildirisini uygulamak ve bu bağlamda bir geçiş hükümeti kurulmasına götürecek süreci başlatmak olduğunu söyledi. Ayrıca, Esad rejimi veya muhalefet tarafından kabule şayan görülmeyen kişilerin Suriye’nin geleceğinde rol alamayacağını vurguladı.
Fazlaca ayrıntıya girmeden, tekrar okuduğum Cenevre I bildirisinde dikkatimi çeken noktaları kaydetmekle yetineyim:
Katılımcılar bildiriyle, Suriye’nin egemenliğine, bağımsızlığına, ulusal birliğine ve toprak bütünlüğüne olan bağlılıklarını teyit ediyorlar. (Bu, benzer bunalımlarda, örneğin Irak’ta, Afganistan’da da kullanılmış olan alışılmış bir beyandır.) Katılımcılar, Suriye halkının kendisinin öncülük edeceği bir süreçte, geleceğini özgürce ve demokratik biçimde belirlemesini istiyorlar. Herkese, karşılık beklemeksizin ateş kesmesi çağrısında bulunuyorlar. Kofi Annan’ın altı noktadan oluşan barış planını destekliyorlar. Daha sonra şu hususlara değiniyorlar: tutukluların serbest bırakılması; basın mensuplarına ülkede hareket serbestisi tanınması; toplanma ve barışçı gösteri düzenleme özgürlüğüne saygı; insani yardımların önündeki tüm engellerin kaldırılması; demokratik, çoğulcu bir düzen içerisinde yeni siyasi aktörlerin seçimlerde adil biçimde yarışabilmeleri; insan haklarına evrensel standartlarda saygı; yargı bağımsızlığı; hukukun üstünlüğü; her türlü ayırımcılığın önlenmesi. Bütün bu amaçlara varılabilmesini teminen, mevcut hükümetin, muhalefetin ve diğer grupların karşılıklı mutabakatla tesis edecekleri, yürütme yetkisini kullanacak bir geçiş yönetimi tesisi öngörülüyor. Böylelikle başlatılacak “Ulusal Diyalog”a herkesin katılımıyla, anayasanın ve hukuk düzenin gözden geçirilmesi, sonra da bir referandum düzenlenmesi üzerinde duruluyor. Sorunun barışçı yöntemlerle ve müzakereyle çözümlenmesi gerektiği vurgulanıyor. Eylem Grubu üyelerinin sorunun daha fazla askerileştirilmesinde karşı oldukları dile getiriliyor.
Kısaca ifade etmek gerekirse, Cenevre I bildirisinde “yok” yok. Buna bakıp, “demek ki Cenevre II için esaslı bir zemin var” diye mi düşünüp iyimser mi olmalı, yoksa, “bütün bunlar söylendikten bir buçuk yıl sonra neden daha da kötü bir noktadayız?” diye sormalı mı?
Gerçek şu ki, Cenevre I’e katılan ülkeler aralarında samimi bir mutabakat sağlamaktan uzaktı. Söylem ve eylemleri birbirini tutmadı. Cenevre I’de ABD’nin amacı Beşar Esad’ı saf dışı bırakacak bir yaklaşımdı. Özellikle Rusya ve onunla birlikte Çin bunu engellediler. Esad yönetimi yumuşamadı. İstanbul’da ve başka yerlerde birbiri ardına düzenlenen muhalefeti birleştirme çabaları, istenilen sonucu vermedi. Arazide çatışmaları yürütenler, uzakta, rahat ortamlarda kendilerini temsil etme iddiasında olanlara sıcak bakamadılar. Radikal eğilimli, bir kısmı el Kaide bağlantılı savaşçıların bölgeye yığılmaları muhalefeti daha da böldü. Bunlarla Suriyeliler arasında ihtilaf çıktı, çatışmalar yaşandı. Dolayısıyla Cenevre II, muhalefeti temsilen oraya gidebildiği takdirde Suriye Ulusal Koalisyonu’nun etkinliği bakımından da bir sınav teşkil edecektir.
Şu sırada birçok ülke, “Cenevre II” için yoğun bir diplomatik çaba içerisinde. “Suriye’nin Dostları Çekirdek Grubu” ( Mısır, Fransa, Almanya, İtalya, Ürdün, Katar, Suudi Arabistan, Türkiye, BAE, İngiltere, ABD) Paris’te Suriye Ulusal Koalisyonu ile bir araya geldi ve bir bildiri yayınladı. ABD ve Rusya Dışişleri Bakanları görüştüler. İki Bakanın, 22 Ocak öncesi hiç değilse belirli yerlerde önceden ateş-kes sağlanması, bazı insani yardım koridorlarının açılması gibi muhalefeti yüreklendirici önlemler üzerinde durdukları anlaşılıyor.
O zaman şu soruyu soralım: 30 Haziran 2012’den, yani Cenevre I’den bu yana, 22 Ocak’ta düzenlenmesi “öngörülen” Cenevre II’ye umutla bakmamıza olanak verecek ne oldu? Doğrusunu söylemek gerekirse, ABD ve Rusya’nın Suriye kimyasal silahlarının imhası sürecini başlatan girişimlerinden başka hiçbir şey… Zira bölge ülkeleri söylemlerinde bir değişikliğe gitmiş gibi görünseler de tutumları aynıdır. Mezhep farklılığı çatışmanın belirleyici unsuru olmaya devam etmektedir. Son zamanda Lübnan’ı, Irak’ı daha fazla içine çekmeye başlamıştır. Gerçek demokrasi yanlıları seslerini duyurmak olanağından yoksundur. Suriye muhalefetinin bölünmüşlüğü ciddi boyutlardadır. Yerel direnişçilerle yabancılar arasında çatışmalar yaşanmaktadır. Evlerini terk etmeye zorlananların dramı, BM yetkililerince 1994 Rwanda soykırımından sonra yaşanan en büyük göç felaketi olarak nitelendirilmektedir. Açlık, hastalık yaygındır.
O zaman Cenevre II’nin tam bir uzlaşmayla olmasa bile “gelecek için nispeten umut verici” bir neticeyle sonuçlanması nasıl sağlanabilir? Kanımca bu ancak, öncelikle ABD ve Rusya’nın ellerindeki bütün olanakları seferber ederek tarafları ve destekçilerini barışçı bir çözüme zorlamalarıyla sağlanabilir. ABD, Rusya’dan Esad rejimi üzerindeki bütün nüfuzunu kullanmasını, onu geçiş hükümetinin teşkili hususunda uzlaşıcı olmaya, Rusya ise ABD ve müttefiklerinden muhalefeti makul davranmaya ikna etmesini bekliyor. Esad yönetimi kimyasal silahların imhası konusunda uyumlu davrandığını göstermeye özen gösterdi. Kanımca bu görüntüyü korumak isteyecektir. Muhalefet cephesinde tablo daha karışıktır. Bu vesileyle, son saniyeye kadar bıktırıcı pazarlığın Suriye diplomasisinin bir özelliği olduğunu kaydedeyim.
ABD ve Rusya bu arayışta neden bu kadar ön plandalar? Böylesine karmaşık bir konuda başarısız olma riskini neden göze alıyorlar? Çünkü iki ülkenin geniş çıkarları ve küresel güç olmanın getirdiği yükümlülükler aralarında asgari bir uyum ve birlikte çalışma kültürü olmasını gerektiriyor. ABD, Orta Doğu’da ucu açık yeni dış müdahalelerden kaçınmak istiyor. Rusya ise İran nükleer programı sorununda bir çıkış yolu bulunmasına katkısından sonra, Suriye meselesinde de etkinlik sergileyerek küresel gücünü bir kez daha kanıtlamayı arzu ettiği izlenimini veriyor. Çatışmanın uzaması, bölgeye ve ötesine yayılması, daha da yozlaşması onları zorlayacaktır. Her ikisi için de temel bir endişe kaynağı olan “aşırılığı”, terörü teşvik edecektir. ABD ve Rusya’ya Çin’i de eklemek mümkün zira Çin petrol ihtiyacını büyük çapta Orta Doğu’dan sağlamakta olup, esas itibariyle Orta Doğulu üreticilerinin oluşturduğu OPEC’in bir numaralı müşterisi olarak ABD’ni geride bırakmak üzeredir. Bu açıdan Çin’e, “Orta Doğu’nun yeni Amerikası” diyenler bile var. Dolayısıyla Orta Doğu’da istikrar Çin’in de çıkarınadır. Ancak Çin’in geleneksel yaklaşımı, zorlanmadıkça geri planda kalmak şeklinde tecelli ediyor.
Karşılıklı tavize dayalı bir uzlaşı bölge ülkelerini tam olarak tatmin etmeyebilir zira bir kısmının istediği dışarıdan dolaylı veya doğrudan bir müdahale ile Esad’ın gönderilmesi, diğerlerinin beklentisi ise Esad’ın, sağlanacak dış destekle eninde sonunda muhalefeti dize getirmesi idi. Hepsinin Suriye için kendi değer ve çıkarlarına göre şekillendirmek istediği bir “esenlik projesi” vardı. Oysa buna karar verecek olan Suriye halkı olmalı; yeter ki, yarısı evini terk etmek zorunda kalmış o halk bir mucize yaratıp geleceğine sahip çıkabilsin.
22 Ocak’a kadar önümüzde, uluslararası diplomasi için beş uzun ve yorucu gün var. Cenevre II toplantısı, yoğun ve son dakikaya kadar sürecek pazarlıklardan sonra “herhalde” yapılacak. Kilit sorun da, bir geçiş hükümetinin oluşumunda izlenecek yöntem, bunu kolaylaştıracak ve güveni arttıracak önlemler olacak.