2 Ocak 2014
Rejim aleyhtarı gösterilerin doruğa çıkması üzerine Başkan Mübarek Şubat 2011’de iktidarı bıraktı. Daha sonra tutuklandı ve yargıya sevk edildi. Aralık 2011-Ocak 2012 döneminde düzenlenen seçimler İslamcı partilerin zaferiyle sonuçlandı. En çok oy alan, % 47 ile Müslüman Kardeşlerin Hürriyet ve Adalet Partisi oldu. İkinci sırada ise % 25’le selefi Nur Partisi bulunmaktaydı.
Altı ay sonra Cumhurbaşkanlığı seçimleri düzenlendi. Seçime katılan adaylardan hiçbiri ilk turda % 50 çoğunluğu sağlayamadı. Katılım düzeyinin % 46’da kaldığı bu turda İslamcı adaylar Mursi ve Ebul Futuh’un oyların % 46’sını alabilmelerine karşın eski yönetimi ve laik kesimi temsil eden adaylar olan Ahmet Şefik, Hamdin Sabahi ve Amr Musa’nın toplam oyu % 56 oldu. İkinci turda ise Mursi oyların % 52’sini, Mübarek’in son başbakanı Ahmet Şefik ise % 48.3’ünü aldı. Kısacası, Mursi az bir farkla seçildi.
Aralık 2012’de düzenlenen referandumda Mısır halkı, Kurucu Meclis tarafından hazırlanmış olan anayasayı kabul etti. 52 Milyon seçmeni olan Mısır’da referanduma katılım sadece % 32.9 düzeyinde kaldı. %63.8 Evet ve %32.9 hayır oyu kullanıldı.
Bu tabloya bakacak olursak, parlamento seçimlerinde % 73 oy alan İslamcıların, cumhurbaşkanlığı seçimlerinde çok zorlandıklarını söyleyebiliriz. Bunu izah bağlamında, Müslüman Kardeşlerin ilk sıradaki adayının milyoner iş adamı Hayrat el-Şatır’in olduğu ve Mursi’nin ancak onun seçim komisyonu tarafından veto edilmesi üzerine aday olduğu söyleniyor. Oysa zengin bir işadamı olan el-Şatır’ın adaylığı Müslüman Kardeşlerin bir kesiminden ciddi tepki almıştı. Bir başka yorum, Müslüman Kardeşlerin parlamentodaki altı aylık performansının Mısır halkını tatmin etmemiş olması.
Bu sayıları, oy oranlarını biraz ayrıntısıyla buraya taşımamın amacı, Mısır’ın Müslüman Kardeşlerden ibaret olmadığına işaret etmektir. Parlamento seçimlerinde Müslüman Kardeşler ve Selefiler oyların % 70’inden fazlasını aldılar zira arkalarında sürekli takip, baskı ve yasaklar altında da olsa uzun bir teşkilatlanma birikimi vardı. Diğerleri ise gerek örgütlü tabandan gerek örgütlenme deneyiminden yoksundu. Cumhurbaşkanlığı seçimleri biraz daha farklı bir ortamda cereyan etti. Mursi ile rakibi Ahmet Şefik hemen hemen oyları paylaştılar. Demokrasi geleneği olmayan ülkelerde buna bölünmüşlük, bu derinleşmişse o zaman kutuplaşma deniyor. Demokratik yapıların güçlü olduğu Batı’da ise böyle bir durumda sadece seçmenin farklı tercihlere yöneldiğinden söz ediliyor.
Kronolojiye devam edecek olursak, Cumhurbaşkanı Mursi Kasım 2012’de kendisini yargının üzerine taşıyan bir kararname yayınladı ancak gördüğü tepki üzerine bunu geri çekti. Aralık 2012’de parlamento İslami değerlere vurgu yapan, ifade ve toplantı özgürlükleri bakımdan yeterli telakki edilmeyen bir anayasayı kabul etti. Bunun üzerine geniş çaplı muhalif gösteriler düzenlendi. Neticede 3 Temmuz 2013 tarihinde Mısır Silahlı Kuvvetleri Mursi’yi görevinden uzaklaştırdı ve yeni bir hükümet kurdu. Buna tepki olarak düzenlenen gösterilerde Müslüman Kardeşlere mensup yüzlerce kişi hayatını kaybetti. Bir anlamda Mısır, iki buçuk yıl önce bulunduğu noktaya döndü
Mısır askeri darbesi sadece Mısırlılar için değil Mısır’ın dostları için de bir ikilem yarattı. ABD ulusal çıkarlarıyla, istikrar ve demokrasiyi yaygınlaştırma arzusu arasında bir denge kurmaya çalıştı. Orta Doğu’da ciddi bir etkinliği bulunmayan AB silah satışlarını durdurdu ve demokrasi çağrısında bulundu. Suudi Arabistan ise Müslüman Kardeşlere duyduğu husumet nedeniyle el-Sisi yönetimine geniş mali destek sağlamaya başladı. Özetle birçok ülke tabloyu görüyor, gelişmelerden kaygı duyuyor ancak kendi çıkarlarını, ideolojisini bir yana koyup Mısır’a bütüncül bir anlayışla yaklaşamıyor ve fark yaratamıyor. Tabloyu dışarıdan değiştirme olanağı esasen sınırlı.
Mursi’nin Cumhurbaşkanlığına seçilmesiyle zirve yapan Türkiye-Mısır ilişkileri, Ankara’nın yeni yönetimi en şiddetli biçimde eleştiren başkente dönüşmesi nedeniyle dibe indi. Büyükelçiler “istenmeyen şahıs” ilan edildi ki bu uluslararası ilişkilerde hafife alınacak bir durum değildir.
Mısır’ın yeni anayasa taslağı Aralık 2013 başında açıklandı ve muhtemelen bu ay içerisinde halkoyuna sunulacak. Anayasa taslağını hazırlayan 50 kişilik komisyondaki İslamcı üyelerin sayısı sadece iki idi. Anayasa taslağı üzerine yapılan genel gözlemler, temel hak ve hürriyetler bahsinde bazı iyileştirmeler içermesine rağmen silahlı kuvvetler, polis ve yargı gibi eski rejimi ayakta tutan kurumlara ayrıcalıklı bir statü tanıdığı. Üzerinde hayli durulan bir madde, Savunma Bakanının atanmasının, iki cumhurbaşkanlığı süresince, yani sekiz yıl boyunca, Silahlı Kuvvetler Yüksek Konseyinin onayına bağılı tutulmuş olması. Daha açık bir deyişle Mısır Silahlı Kuvvetleri sekiz yıl boyunca savunma bakanını kendisi atayacak.
Mısır’ın 1971 tarihli anayasası “dini esaslara, cinsiyet ve etnik ayırıma dayalı” siyasi partiler kurulamayacağını amirdi. 2012’de, Mursi döneminde kabul edilen anayasada ise “cinsiyet, etnik ve dini ayırıma dayalı” parti kurulamayacağı söylenmekte idi. Yeni taslak, “Dini esaslara dayalı siyasi faaliyet yürütülemeyeceğini; din, cinsiyet, etnik köken, mezhep, coğrafi bölge temelinde siyasi parti kurulamayacağını, demokrasiye karşı yıkıcı, gizli, askeri veya yarı askeri mahiyette faaliyette bulunulamayacağını” öngörmektedir. Yeni anayasa taslağı kadın hakları konusunda da eski anayasalara kıyasla daha ileri hükümler içermekte ve kadının parlamentoda kanunla belirlenecek şekilde hakça temsilini temin edecek önlemlerin alınmasını öngörmektedir. Düşünce ve ifade özürlüğü konusunda ise yeni taslak şöyle demektedir: “Düşünce ve ifade özgürlükleri teminat altındadır. Herkes kanaatini sözlü, yazılı, resimli veya başka yöntemlerle ve yayın yoluyla açıklamak hakkına sahiptir.”
Her zaman işaret etmeye çalıştığım üzere, bir anayasanın hazırlanması, halkoyuna sunulması ve yürürlüğe konulması kendi başına bir amaç olamaz ve hiçbir sorunu halletmez. Önemi olan anayasanın nasıl bir zihniyetle uygulandığıdır. Türkiye’de 1921’den bu yana dört anayasamız oldu. Bu anayasalarda değişikliklere gidildi. Yeni anayasa çalışmaları ise bir yere varamıyor. Cumhuriyetimizin 90 yıllık tarihinde, demokrasiden sapmalar oldu. Hala da demokrasinin temel kavramları üzerinde ulusal uzlaşma sağlayabilmiş değiliz. Demek ki otoriter bir tarihi geçmişi olan ülkelerde demokrasi derslerinin sindirilmesi, özümsenmesi kolay olmuyor. Kabul edildiği takdirde yeni Mısır anayasasının nasıl bir anlayışla uygulanacağını bekleyip görmek gerekecek.
(Mısır anayasaları hakkında içerikli bilgi ve karşılaştırma isteyenler, “Carnegie Endowment for International Peace, Egypt’s Transition, Comparing Egypt’s Constitutions”a gidebilirler.)
Mısır’da, dini esaslara dayalı parti kurulamayacağına ilişkin hükmün nasıl uygulanacağını ve siyasetin nasıl bir evrim göstereceğini görmek ilginç olacak. Zira bu özünde, Mısır’da pek de popüler olmayan “laiklik” kavramı ile ilgilidir. Nitekim, Başbakan Erdoğan’ın Eylül 2011’de Mısır’a yaptığı ziyarette laiklik tavsiyesinde bulunması ve bunu “devletin bütün dinlere eşit mesafede durması” olarak tanımlaması tepki çekmişti. Oysa laiklik bizde de bitmeyen bir tartışma konusu. Bana göre, Türkiye demokrasi yolunda, iyi kötü ne yol alabilmişse bunu laik sistemine borçludur. Bunun yerleşik tanımı da, din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmasıdır.
Mısır’da anayasa referandumu gündeme oturmaya başlarken, yönetimin baskıcı eylemlerine ilişkin haberlerin arkası kesilmiyor. Gün geçmesin ki karşılıklı suçlamalar birbirini izlemesin, birileri tutuklanmasın, gazeteciler gözaltına alınmasın, programlar yayından kaldırılmasın ve polis göstericilere karşı şiddete başvurmasın. Birleştirici yaklaşımlardan ziyade ayrışma, kutuplaşma ülkeye hakim olmasın. Elbette geleceğine karar verecek olan neticede Mısır halkıdır. Oysa Hükümetimiz Mısır’la köprüleri yakmasaydı ve bugün kendimiz bir hesaplaşmayla boğuşuyor olmasaydık, onlara kendi deneyimlerimizi içtenlikle aktarabilecek bir ülke konumunda olurduk.
Mısır halkı yakında yeni anayasasını oylayacak. Ümit edelim ki birkaç yıldır kutuplaşmaya, önemli can kaybına ve ekonomik çöküşe neden olan çatışma dönemi geride kalır ve Mısırlılar kendilerini üç yıl önceki noktaya dönmüş bulmazlar. Mısır her zaman Arap dünyasının lideri/merkezi olduğu iddiasındaydı. Kutuplaşma herkesi tutsak almadıysa şimdi bunu kanıtlamasının zamanı…