Dış Politikamızda “Reset”

16 Aralık 2013

Son zamanlarda dış politikamızda bir “reset”e gidildiği konuşulmaya başlandı. “Reset” İngilizce bir sözcük ama Türkçede tam karşılığını bulmak biraz zor. Konuya değinenlerin İngilizce bir kelimeyi kullanmalarının gerekçesi de bu olsa gerek. “Reset” uluslararası ilişkiler irdelenirken zaman zaman kullanılıyor. Ancak bunu yaygınlaştıran, belki de Başkan Obama’nın 2009 yılı Temmuz ayında Moskova’ya yaptığı ziyaret öncesinde ABD-Rusya ilişkilerinde bir “reset” arzusunu dile getirmiş olması.

“Reset” kelimesine İngilizce sözlüklerde, “sıfırlamak”, “yeniden kurmak”, “arızadan sonra tekrar düzenlemek”, “bir şeyi orijinal şekline getirmek”, “kırılan kemiği yerine oturtmak” gibi anlamlar yüklenmiş. Bizde, dış politika bağlamında, “reset” karşılığında, “ayar”, “yeniden yapılandırma” türünden deyimler kullanılmakta.

Kanımca dış politikamızda gerekli olan “ayar”dan fazlasıdır. Zira, saatiniz günde birkaç dakika ileri gidiyor veya geri kalıyorsa onu ayarlayabilirsiniz ama akreple yelkovan arasında uyum kaybolmuş ve bunların her biri başka bir yönde dönmeye başlamışsa gereken ciddi bir tamirdir; yeniden yapılandırma veya tercihan eskiye dönüştür.

Dış politikada tamirat yapmak ise zor bir iştir. Bunun için öncelikle bir tamir ihtiyacı bulunduğunu kabul etmeniz; söylemlerinizi size sıkıntı verse de değiştirmeye başlamanız ve bundan daha da önemlisi eylemlerinizi yeni söyleminizle uyumlu hale getirmeniz gerekir.

Türkiye, bundan birkaç yıl önce İsrail’le Suriye arasında havayı yumuşatmak için gayret etmekteydi. Bir başka deyişle, Suriye-İsrail ilişkilerinde bir “reset” arayışına destek vermekteydi. Mısır’la, Irak’la iyi ilişkilerimiz karşılıklı ekonomik yarar sağlamaktaydı. Türkiye’nin dostluğu aranmaktaydı. Dış politikada “reset” maalesef sihirli değnek değildir ve hiçbir şey olmamış gibi bizi o günlere taşımaz. Uğraş ve sabır gerektirir. “Reset’i uygulamaya koyacaklar eski politikanın mimarları ise bu daha da zordur.

Bu bağlamda öncelikle Türkiye’nin Cumhuriyet tarihi boyunca dünyaya nasıl baktığını, yaşam biçimine ilişkin olarak yaptığı temel tercihleri ve aidiyet duygularını hatırlamak gerekir. Türkiye elbette bir Avrupa, Akdeniz, Balkan ve Orta Doğu ülkesidir. Ama yakın zamana kadar aidiyet duygularımızda Batı hep ön planda olmuştur. Öyle olmasaydı, NATO’nun, Avrupa Konseyi başta birçok Avrupa kuruluşunun üyesi olmaz, AB üyeliğini için içerde ve dışarıda çaba göstermez ve bunun Batı ile bütünleşmenin son aşamasını teşkil edeceğini söylemezdik. Eğer bunlarda ulusça mutabık değilsek, o zaman “köklü bir değişim”den söz etmemiz ve yeni yönümüzü ulusça ve açıkça tartışmamız gerekir.

Türkiye, nüfusunun büyük çoğunluğu Müslüman bir ülkedir. Ancak, bu noktadan hareketle Müslüman kimliğine dayalı bir Orta Doğu liderliği rolüne soyunduğumuz izlenimi vermemiz ve nihai tahlilde Araplararası yönü ağır basan Suriye sorununda taraf haline gelmemiz yanlış olmuştur. Esasen böyle bir proje olanaklı da değildir.

Birincisi, inanç birliği manevi bir bağ oluşturmakla birlikte ciddi siyasi sonuçlara götürebilen bir zemin teşkil etmemektedir. Irak ve Suriye arasında yıllarca süren soğukluk, Irak-İran savaşı, Irak’ın Kuveyt’i işgali, Suriye’nin baba Esad zamanında bize karşı izlediği düşmanca tutum ve Suriye sorunu karşısındaki bölünmüşlük buna örnektir. İkincisi, Arap komşularımızın ve dostlarımızın çoğu ilk bağımsızlık mücadelelerini Osmanlıya karşı vermişlerdir. Eskiyi hatırlatacak bir anlayışa dönmeyi asla düşünmezler. Bizimle karşılıklı çıkarlara dayalı iyi ilişkiler içerisinde bulunmayı isterler ama onların aile içi meselelerine karışmamızdan hoşlanmazlar.

Dolayısıyla Türkiye, Suriye’de siyasi bir çözümü söylem ve eylemleriyle desteklemelidir. Geçiş döneminde Suriye’yi kimin yöneteceğine karar verecek olan Suriye halkıdır. Bize düşen sadece uzlaşıyı teşvik olmalıdır.

Mısır’da bir askeri darbe oldu. Keşke olmasaydı. Keşke Mursi yönetimi buna zemin hazırlamasaydı. Bu aşamada önemli olan sadece ve sadece gerilimin düşürülmesi, genel istikrar ve güvenliğin sağlanması ve demokrasi takviminin yaşama geçirilmesi olmalıdır. Kahire’de asker destekli bir hükümet var. Mevcut kutuplaşma uzlaşıyı güçleştirmekte. Burada da bize düşen, bir süre sessiz kalıp havayı yumuşattıktan sonra bütün kesimlere eşit mesafede kalarak uzlaşıyı desteklemektir.

Bu bağlamda, liderleri hedef alan ağır kişisel eleştirilerin o ülke halkında, en azından bir kesimde tepki yaratacağını da gözden uzak tutmamalıyız. Başkan Obama bir konuşmasında Rusya Cumhurbaşkanı Putin’den “sınıfın arkasında oturan sıkıntılı öğrenci” diye söz etmişti. Eminim daha sonra bundan pişmanlık duymuştur. ABD bugün Suriye konusunda en çok eleştirdiği Rusya ile çözüm arayışında.

AB ile ilişkilerimiz de bir duraklama yaşamaktadır. Yeni bir müzakere faslının açılması ve üç buçuk yıl sonrası için vaad edilen tartışmalı vize kolaylığı bu durgunluğu gidermeye yeterli değildir. Süreçte ciddi bir canlanma sağlamak için içerde ve dışarıda daha fazla çaba göstermemiz gerekmektedir. NATO Batı ile ilişkilerimizin en güçlü olduğu kurumsal yapıdır. NATO ile bağlarımıza ilişkin soru işaretleri yaratacak eylem ve söylemlerden uzak durmalıyız.

Şimdi öyle olduğu kabul edilmese de bir “reset”e gidildiğini gösteren işaretler var. Umarım bu içtenlikli, şeffaf ve kapsamlı bir çaba olur; geleneksel politikalarımıza dönüşü sağlar.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s