Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun Vaşington’u Ziyareti

15 Aralık 2013

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, 18 Kasım 2013 tarihinde Vaşington’u ziyaret etti. Görüşmelerden sonra Bakan ve Amerikalı karşıtı John Kerry ortaklaşa bir basın toplantısı düzenlediler. 45 dakika süren bu toplantı öncesinde baş başa, ardından da heyetler halinde görüşmeler yapılmış. Toplantının, ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından yayınlanan 12.5 sayfalık tutanağını dikkatle okudum.

Dikkati çeken ilk husus iki bakanın da, Türk-Amerikan ilişkilerinin mükemmel seyrettiği; birçok konuda görüş birliği içerisinde oldukları; kendilerinin ve bakanlıklarının sürekli temas halinde bulundukları gibi noktalarda güvence vermeye özen gösterdikleri… İlişkiler bu kadar iyi durumdaysa o zaman iki bakanın basın toplantısı neden bu kadar uzun sürmüş olabilir? Bence bunun yanıtı, “iki bakanın, ama özellikle Kerry’nin, birçok hususu basın önünde tutanağa geçirmek istemiş olmaları”.

Başkan Obama, 2009 yılında başkanlık koltuğuna oturduktan sonra yurt dışına yaptığı ilk gezide Türkiye’ye de gelmiş ve 6 Nisan günü TBMM’de yaptığı konuşmada, başka birçok husus yanında, “ABD ve Türkiye’nin her konuda, her zaman görüş birliği içinde olmayabileceklerine; zaten dünyada böyle iki ülke olmadığına” değinmişti. (Bu konuşmaya, “Başkan Obama’nın Orta Doğu’ya Yaklaşımı” başlıklı yazımda daha ayrıntılı olarak değinmiştim.)

Gerçek şu ki, son dönemde Türkiye ve ABD, örneğin Suriye sorununun nasıl çözümlenebileceği, Mısır’daki darbe, Türkiye-İsrail ilişkileri ve Çin’den füze alımı gibi birçok önemli konuda fikir ayrılığına düştüler.

Basın toplantısında Kerry, Davutoğlu’nun ABD ziyareti öncesinde bir Amerikan dergisinde yayınlanan yazısında, “ABD ve Türkiye’nin, iyi yönetim ve demokratik hesap verilebilirlik ilkelerine dayalı sürdürülebilir bir bölgesel ve küresel düzen arayışı içinde bulunduklarını” yazdığına değinmiş. Davutoğlu da iki ülke arasında mevcut “değerlere dayalı örnek ortaklık”tan söz etmiş. Ayrıca, iki ülke arasında önemli görüş ayrılıkları bulunduğu izlenimini düzeltmek için olacak, “Türkiye Dışişleri Bakanı olarak ben ve hükümetim sizin bütün girişimlerinizi, diplomatik girişimlerinizi, Orta Doğu barış sürecini ve öncülük ettiğiniz birçok başka girişimi destekliyoruz” şeklinde bir cümle kullanmış.

Bu ifadeden, Davutoğlu’nun Amerikalı muhatabı Kerry ile görüşmesinin Türk hükümetinin dış politikasında bir “reset”in temel taşını yerine koymaya yönelik olduğu sonucuna varılabilir. Son dönemdeki bazı diplomatik çabaların, en başta ABD olmak üzere Türkiye’nin ortaklarına bu değişimin kalıcı olacağı noktasında güvence vermeyi amaçladığı düşünülebilir. Zira Kerry’ye “bütün Amerikan girişimlerinin desteklendiği” şeklinde bir açık çek başka türlü yorumlanamaz. Bu kadar geniş bir taahhüdün telaffuz edilmesi herhalde kolay olmamıştır. Anlaşılan o ki, dış politika alanında Türkiye’den beklenen bir “ince ayar” veya “ayar” değil, politikanın kapsamlı bir revizyonu, yeniden yönlendirilmesidir. Bu taahhüdün nasıl ve ne ölçüde yerine getirileceği dikkatle izlenecektir. Zira dış politikamızın gidişatından memnun olmayan sadece ABD değil, Türk halkının çoğunluğudur.

Benim tahminim, baş başa görüşmede Suriye sorununun ve oradaki el Kaide mevcudiyetinin gündemin en üst sırasındaki madde olarak ele alındığı merkezindedir. Bu da anlaşılabilir zira Vaşington soruna siyasi çözüm arayışındadır. Oradaki el Kaide mevcudiyeti ve bunların, uluslar arası basına göre, Türk sınır bölgelerinde serbestçe hareket edebilmeleri ise, bu açıdan ilave bir güçlük yaratmaktadır. Dolayısıyla Kerry muhatabından bu konuda daha fazla çaba gösterilmesini kuvvetle istemiş olabilir. Kerry, basın toplantısında ise dikkatli bir dil kullanmış ve “bölgede artan aşırılığın, sadece Suriye’nin geleceğini değil komşularını da ve bu arada tabiatıyla Türkiye’yi de tehdit ettiğini” söylemekle yetinmiştir.

Kerry’nin, Davutoğlu’nu, elbette uygun bir dille, Türkiye’nin reformlara devam etmesi, Gezi gibi Türkiye’nin imajını zedeleyen görüntüler yaratmaktan kaçınması hususunda ikna etmeye çalıştığını düşünmek yanlış olmaz.

Türkiye’nin İsrail’le, Mısır’la ilişkileri mutlaka ele alındığı ve Amerikan tarafının itidal ve “bütün köprüleri atmama” şeklinde özetlenebilecek tavsiyelerde bulunduğu söylenebilir.

Irak, Afganistan ve İran’ın nükleer programının da görüşmelerde ele alındığını kaydetmeye gerek bile yoktur. Kerry, Türkiye’ye bazı çiçekler de atmış, bu çerçevede Suriyeli sığınmacılara gösterdiğimiz konukseverliğe, İran yaptırımlarına verdiğimiz desteğe, Bağdat’la temaslara değinmiştir.

Genel olarak, görüş ayrılıklarının azaltılmasına çalışıldığı da muhakkaktır. Ancak gerçek güvenin temelinde söylem ve eylem arasındaki uyum yatar. Her yerde olduğu üzere dış politikada da oyunun kuralı budur ve burada da karşılıklılık esastır.

Basın toplantısında Kerry’nin  kullandığı  şu ifadeler benim özellikle dikkatimi çekti:

“Hukuka saygı, basın, ifade ve toplantı ve gösteri yapma özgürlükleri halkları daima bir bütün olarak daha güçlü kılar. Sayın Bakanın söylediği üzere, Türkiye-ABD ortaklığı değerlere dayalıdır; temel haklar ve demokratik kurallar üzerine inşa edilmiştir. Biz Türkiye’nin de, bizim gibi, sürekli bütün bu konulara yaklaşımını geliştirmek için çaba gösterdiğini görmekten memnunuz.”

Bence bu ifadeler Türkiye’nin demokratik performansına ilişkin çok nazik bir uyarıdır.

25 Kasım 2013 tarihli The New York Times gazetesine göre, “Mısır’daki asker destekli hükümet protesto gösterilerini yasaklayan bir yasa çıkardı ve ihlal durumunda uygulanacak hapis ve ağır para cezaları getirdi.”

ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Jen Psaki, aynı gün yaptığı basın açıklamasında şunları da ifade etti:

“Biz, Mısırlıların barışçı biçimde toplanmalarını ve görüşlerini dile getirmelerini kısıtlayan bu yasanın uluslararası standartlara uygun olmadığı ve Mısır’ın demokratik dönüşümü bakımından ileri bir adım teşkil etmediği kanaatindeyiz.”

Türkiye, el-Sisi’nin bir numaralı eleştiricisi olarak bütün bunları bir araya koyup okursa doğru yapar.

Biz Türkler, bir ulus olarak şunu iyi kavramalıyız: dış politikadaki başarımız her şeyden önce ve her şeyden fazla iç barış ve istikrarımızla ilgilidir. Bize gösterilecek saygı, uluslararası konumumuz, bölgesel rolümüz, uluslararası örgütlerdeki etkinliğimiz, büyük organizasyonlara ev sahipliği yapma şansımız ülkemizin laik bir demokrasi olduğunu nihai olarak kanıtlamasına bağlıdır. Ekonomik kalkınma, mega projeler, bir enerji dağıtım üssüne dönüşmemiz, askeri gücümüz ne tek başına ne de hep birlikte, demokratik performansımızın alternatifi olamaz.

Bu, demokrasi yolunda en fazla yol almış Müslüman ülke olarak bizden küresel beklentidir. Türkiye bir an önce gerçek bir demokrasi olduğunu bunun geriye dönüşü olmadığını kanıtlamalıdır.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s