Başkan Obama’nın Orta Doğu’ya Yaklaşımı

11 Aralık 2013

Uluslararası basın, Başkan Obama’nın Orta Doğu politikasının ABD’nin dostlarınca eleştirilmekte olduğuna ilişkin haberler yayınlıyor. Bu bağlamda, Suudi Arabistan ve İsrail’in, İran’ın nükleer programı konusunda “aceleci ve yetersiz bir anlaşma” olasılığından rahatsızlık duyduklarından; Suudi Arabistan, İsrail ve Türkiye’nin Esad’a karşı çok daha sert bir tutum istediklerinden; Suudilerin Vaşington’un Sisi yönetimine mesafeli durmasından, Türkiye’nin ise aksine yumuşak davranmasından şikayetci olduklarından söz ediliyor. Özetle, bölge ABD’ne karşı yine karmaşık duygular içinde. Ülkeler, bölgesel gündemin değişik maddeleri üzerinde beklenmedik şekilde birleşebiliyor veya ters düşebiliyorlar. Ayrıca, İngiltere Parlamentosunun Suriye’ye askeri müdahaleyi reddetmesine karşın buna tam destek veren Fransa’nın, Obama’nın daha sonra tutum değiştirmesi nedeniyle düş kırıklığı yaşadığı kaydediliyor. Bu politikaların Orta Doğu’da giderek bir “boşluk” yaratacağını düşünenler de var.

Obama’nın Orta Doğu sorunlarına ilişkin söylem ve eylemlerini yan yana koyabilmek amacıyla şu dört önemli konuşmasını tekrar okudum. Bunlar:

–         TBMM’de, 6 Nisan 2009’da yaptığı konuşma,

–         Kahire’de, 4 Haziran 2009’da yaptığı konuşma,

–         ABD ve dünya kamuoyuna, Suriye’ye karşı askeri müdahale için Kongre’den destek istemeyi ertelediğini açıkladığı 11 Eylül 2013 tarihli konuşma ile

–         24 Eylül 2013’de BM Genel Kurulunda yaptığı konuşmadır.

Önce şunu vurgulamak isterim: Başkan Obama, 20 Ocak 2009’da görevi devraldıktan sonra ilk yurt dışı seyahatinde, Londra’da G20, Strazburg’da NATO ve Prag’da AB zirvelerine katıldıktan sonra, 5 Nisan 2009 tarihinde Ankara’ya geldi. Ertesi günü de TBMM Genel Kurulu’na hitap etti. Dolayısıyla Türkiye, kendisinin ikili düzeyde ziyaret ettiği ilk ülke oldu.

Başkan konuşmasında, değişik yönleriyle iki ülke arasındaki işbirliğine, uluslararası sorunlara değindi. ABD’nin İslam’la savaşta olmadığını ve asla olmayacağını söyledi. Ancak asıl mesajını, en başta ve şu ifadelerle verdi:

“Bu sabah, Cumhuriyetinizin kurucusu olan o müstesna şahsiyetin kabrini ziyaret edebilmek benim için bir mazhariyetti. Tarihin akışını böylesine şekillendirmiş birine ait bu güzel bir anıt beni derinden etkiledi. Ancak şu da açıktır ki, Atatürk için inşa edilebilecek en muhteşem anıt sadece taş ve mermerden ibaret olamaz. Onun en büyük mirası Türkiye’nin güçlü, canlı, laik demokrasisidir…”

Bir başka deyişle, Başkan Obama’nın mesajının özü şu idi: Türkiye laik demokrasisi ile Müslüman dünya için bir örnek teşkil etmektedir. Türkiye bu konumunu güçlendirmeye devam etmeli, bölge ülkeleri de onu izlemelidir.

Başkan’ın konuşmalarındaki diğer önemli mesajlar şöyle özetlenebilir:

  • Amerika dünya Müslümanları ile yeni bir başlangıç yapmak istemektedir.
  • Afganistan örneğinin aksine, Irak’a askeri müdahale bir zorunluluk değildi. Bu savaş ülkemde ve dünyada bölünmelere neden oldu. Bize sorunları çözebilmek için diplomasiden yararlanmak ve uluslar arası oybirliği aramak gerektiğini hatırlattı. Demokrasinin askeri güçle sağlanamayacağını gösterdi.
  • Hiçbir ülke, bir başkasına belirli bir yönetim biçimini dayatamaz. Amerika, başka ülkelerin içişlerini yönlendirme yeteneği konusunda alçak gönüllü olmayı öğrenmiştir.
  • Suriye’de de, askeri müdahaleyle kalıcı barış sağlanabileceğine inanmıyorum.  Suriye’yi kimin yöneteceğine karar verecek olan Suriye halkıdır.
  •  Esad’ı devirmek için kuvvete başvurmayı istemememizin herkesi memnun etmediğini biliyorum. ABD bir yandan bölgede komplo teorilerine konu teşkil ediyor, diğer yandan da sorunları çözmek için yeterli çabayı göstermemekle suçlanıyor.
  • Bazıları demokrasiyi sadece iktidarda değilken savunur. Ama bir defa iktidar olunca başkalarını insafsızca bastırmaktan kaçınmaz. Halkın halk tarafından idaresi için tek bir tanım vardır: iktidarınızı baskıyla değil destekle sürdüreceksiniz; azınlık haklarını koruyacaksınız; hoşgörü göstermeye ve uzlaşıya hazır olacaksınız; siyaset kurumunun işleyişini ve halkınızın çıkarlarını parti mülahazalarının üzerinde tutacaksınız. Bunlar olmadan, sadece seçimle demokrasi olunmaz.
  • ABD’nin İsrail’le güçlü ilişkilere sahip olduğu bilinmektedir. Filistin halkı da vatan arayışı içinde büyük acılar çekmiştir. Burada, tarafların yan yana barış ve güvenlik içinde yaşayacakları iki devletli çözümden başka çıkış yolu yoktur.
  • Filistin ve İran’ın nükleer programı sorunlarının çözümü tüm Orta Doğu ve Kuzey Afrika üzerinde derin ve olumlu bir etki yapacaktır.
  • Olaylara seyirci kalmak veya askeri müdahalede bulunmak gibi iki seçeneğe mahkum olmamak için bütün ülkelerin gayret göstermesi gerekmektedir.

Eylemlere gelince: ABD Irak’tan çekildi. 2014 Sonunda Afganistan’daki kuvvetlerini de asgari düzeye indirmeyi öngörüyor. Suriye’de siyasi çözüme uluslararası destek arıyor. Sisi yönetimiyle ilişkisi farklı tanımlamaya çalışıyor ancak ulusal menfaatleri ve bölge dengeleri gereği Mısır’ı gözden çıkaramıyor. Mısır aslında herkes için bir açmaz teşkil ediyor. Obama, demokrasi anlayışına ilişkin yukarıdaki görüşlerinin çoğunu Kahire’de, Arap baharından hayli önce dile getirmişti ama ne fayda? Dışişleri Bakanı Kerry, tüm zorluğuna rağmen Orta Doğu barış sürecinde ilerleme için ciddi bir çaba içinde görünüyor. ABD, İran’ın nükleer programı sorununu çözmek amacıyla iyi niyet ve yoğun çaba sergiliyor. Nitekim, altı aylık bir geçici anlaşma ile bir ilk adım atılmış oldu.  Obama’nın, bu iki sorununun çözümünün tüm Orta Doğu ve Kuzey Afrika’ya olumlu yansımaları olacağına ilişkin öngörüsüne katılmamak olanaksız. Ancak bunların, on yıllardır giderek ağırlaşmış bir bölgesel gündemin maddeleri olduğunu unutmamak gerek. Hamleler yanında duraksamalar, geri adımlar olabiliyor.

Obama’nın uluslararası işbirliğine, diplomasiye, alçak gönüllülüğe vurgularını, bir süper gücün dahi dayatmacı olamayacağına ilişkin tespitini bizim de iyi okumamız lazım.

Bana göre, Başkan Obama’nın eylemleri söylemiyle uyumludur. Bunun istisnası Libya müdahalesidir.  Zira BM Güvenlik Konseyi 1973 sayılı kararla müdahaleye kapıyı aralamış olsa bile, bundan önce barış için son bir çaba öngörmekteydi. Oysa bu yapılmamış ve Obama, Fransa ile İngiltere’nin hemen başlatmak konusunda ısrarlı davrandıkları operasyonlara, belki çok da gönüllü olmayarak, destek vermiştir. Son bir çaba Kaddafi’yi ikna etmek için yeterli olur muydu? Olmasa dahi böyle bir çaba, daha sonra Güvenlik Konseyinde Suriye konusunda bir bölünmenin yaşanmamasına katkı yapabilirdi.

Özetle, Obama selefi Bush’tan farklı bir profil çiziyor. ABD’nin, selefinin döneminde kaybettiği moral liderliği kazanmak için çaba gösteriyor. Bu uzun soluk gerektiren bir uğraş. Müslümanların şu sırada çağdışı bir mezhep savaşında birbirlerini kırmakla meşgul olmaları ise bir talihsizlik.

 

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s